Adanmışlık

 

img_1732
“Bu hayatta taşı düşmüş yıldızlar gbi dolanıyoruz.” Patti Smith

 

Patti Smith

Adanmışlık ( Devotion)

Domingo Yayınları

Çeviren, Seda Ersavcı

 

“Gelgelelim artlarında başka bir şeyin daha demlendiğini hissediyorum. Zihinsel bir hattı takip ediyor ve içinde gölet ile küçük ahşap bir ev olan bir köknar ormanına varıyorum. Bu, işte o başka şeyin başlangıcıydı ama o zaman bunu bilmiyordum.” (sayfa6)

Ben de orta parmağımı on beş kere dilimle ıslattıktan, her çevirdiğim sayfada unutmanın korkusuyla verdiğim molalardan sonra, o küçük ahşap evin penceresinden köknar ormanına bakarken soğuk yalnızlığın, Simon Weil’e benzettiğim kızın (çünkü o böyle istedi) göle tutkusunun şahidi olacağımı bilmiyordum.

Patti Smith, Fransız yayıncısının kitap temalı etkinliklerine katılmak üzere New York’dan Paris’e geliyor. O bilmiyor ama Cafe de Flore’da baget yiyor kahve içiyoruz beraber. Saint-Germain-des-Pres’deki Piccaso’nun Apollinaire büstü olan küçük parka giriyor, yirmili yaşlarında kız kardeşiyle oturduğu banka oturuyor, ayaklarının altındaki belli belirsiz bir yaprak hışırtısı gibi ben de sessizce yanına oturuyorum. Benim de onun için hazırlandığımı, arzusuna cüret etmediğimi fısıldıyorum kulağına. Tek arzum görmek, imgelemenin içini, ışıyan içini görmek diyorum. “söz mü?” diyor, “söz!! Kelimelerle dolacak boşluğun peşini bırakmayacağım” diyorum.

Gaston- Gallimard sokağına 5 numaraya gidiyoruz. 1929 senesinden bu yana ayınevinin bulunduğu yere, kapıyı hafif aralık bırakıp geçmeme izin veriyor. Simon Weil’in ölümünden sonra Camus’un editörlüğünde yayınlana kitap sergisinin önünden ayrılırken göz ucuyla bana bakıyor, parmağı bir pikap iğnesi misalı boş havada duruyor, mermer basamaklardan iniyor, şeytanın verdiği görünmezlik tozunu yutan Margarita gibi arkasından yürüyorum, mavi bir salona giriyoruz. Astarsız siyah paltosunun eteğindeki gri beyaz bir lekeye takılıyor gözüm, minik bir kuş tüyü. Eğilip alıyorum, incitmeden cebime koyuyorum.

Dışarda yağmur yağıyor, İstanbul’da yağmurun altında yürüdüğümden daha çok Paris’te yürüdüğümü düşünüyorum. “Paris’te yağmur” diyorum, gerisini getiremiyor ona bırakıyorum. “Yağmur, sessiz, sürekli bir yağmur” zihnindeki deftere not düşüyor. Evet, evet diyorum, tam da böyle demek istemiştim, yağmur Paris’te sessiz ve sürekli yağar sanki yüzlerce çocuk balerin fuayeden sahneye yürüyormuş gibi davetkar.

Piccaso’nun Guernica tablosunu yaptığı Grands Agustins Sokağı 7 numara. “bu tabloyu İspanya’da yapmamış mıydı yahu?”   diye aklımdan geçiriyorum ve hemen düşüncemi savuşturuyorum.

Güney Fransa’ya giden bir trendeyiz. Paris’ten ayrıldığımıza üzülüyorum, ne güzel sokak sokak geziyorduk. Fakat bir süre sonra trenin büyük pencerelerinden akıp giden kır manzarası beni avutuyor. Restoranın olduğu vagona geçiyoruz, kırmızı, tütün rengi karışımı masa örtülerinin üstünde porselen fincanlarla kadın ve erkek yolcular sabah kahvelerini içiyorlar. Kadınlar gösterişli şapkaları, kabarık volanlı etekleriyle çok rahatsız oturuyorlar, dirseklerine kadar uzanan dantel eldivenli elleriyle, serçe parmakları havada.  Ne zaman bir kitap kahramanının peşine takılıp trene binsem bu manzara geçer aklımdan. Kitap ister 19 ister 21. yy da yazılmış olsun.

Onlar Paul Valery’yi bulmak için mezarlığa doğru giderken, Paris’te yaptığım tek mezar ziyareti düşüyor zihnime. Aradığım kişiyi bulamayınca, herhangi bir mezarın önünde durmuştum, onun için kendi dinimde ama kendi dilimde olmayan bir dua okumak istiyordum, neden o mezarı seçmiştim? Bilmiyorum, çok güzel bir kadın fotoğrafı, taze çiçekler, Fransız grisi bir mezar taşı ve tarih…o gün kadının ölüm yıldönümüydü.

Çağırdığı geliyor ve mezarlıktan kitabın adıyla dönüyoruz. Adanmışlık..

Sete’teki sessiz parkta yazmaya başladığı öyküye trende Paris’e giderken devam ediyor. Onu seyrediyorum, çizgili bir deftere yazıyor, bazen daha iyisini bulduğu için kelimelerin üstünü karalıyor, “kullanmıyorsan onlar benim olabilir mi?” Diyorum.

“Söz dinlemez bir sıpayı evcilleştiriyormuşcasına, bin bir mücadeleye girerek yazmalıyız. Yazmalıyız ama biteviye bir çabayla ve bir miktar fedakarlıkla yazmalıyız: Geleceğe yön vermek, çocukluğa geri dönmek ve heyecan verici bir okur kitlesi için imgelemin deliliklerini ve korkularını dizginleyebilmek maksadıyla yazmalıyız.” (sayfa101)

Kitaptaki her kelime, her imgeleme, her isim  gibi fotoğraflar da sanki bir kolleksiyonun paha biçilmez parçalarıymışcasına inançla ve aidiyetin mutlak bir güveniyle duruyor, anavatandan gelen lavantalar gibi yakışıyorlar oraya.

Teşekkürler Patti Smith, bilge ve güzel kadın…Çoluk Çocuk için, M Treni için, Hayalperestler için de teşekkürler. Ve  içten tarzın için, yanında yürümeme izin verdiğin için, hayal ettiğim için.

Mitra

14/03/2019

İstanbul