Pierre Lepere
İthaki Yayınları
Çeviri Hakan Tansel
Rönesansa damgasını vuran gizemli Mona Lisa tablosu ve ardında Da Vinci’nin çırağı talihsiz Cem Sultan’ın gayri meşru çocuğu Salay.
Yelda Ugan
26/06/2018
Pierre Lepere
İthaki Yayınları
Çeviri Hakan Tansel
Rönesansa damgasını vuran gizemli Mona Lisa tablosu ve ardında Da Vinci’nin çırağı talihsiz Cem Sultan’ın gayri meşru çocuğu Salay.
Yelda Ugan
26/06/2018
İlk gün, yani daha ayağımızın tozuyla Plaza de Espana meydanına yürüyerek gittik. Yolda mahallemizin postanesine uğradık. Salvador elindeki a4 büyüklüğünde olan sarı zarfı postaya verecek. Zarfın içinde, pazar günü yapılacak genel seçim için kullandığı oyu var. Çünkü programa göre hafta sonu evde yokuz, kuzeye gidiyoruz. Pamplona üzerinden San Sebastian’a, dönüşte de Burgos’a uğrayacağız . Zarfı nereye gönderdi bilmiyorum, sormak da aklıma gelmedi. Çünkü ben hala postayla gönderilen oyun şaşkınlığındayım.
Not: 2016 Haziran ayı İspanya gezi notlarımdan
Yld Ugn
11,06.2018
yazının tamamını okumak için burayı tıklayın
Floransa’ya gelişim hayal ettiğim gibi olmadı. Hem karanlığa kaldık, hem de otele yerleşmemiz iki saatimizi aldı. Lobide onlarca Uzak Doğulu turist kafilesinin otelden çıkışını, bir o kadar da girişini bekledikten sonra yorgun argın odalarımıza girdik. Yine de, bir an önce sokağa çıkmak için sabırsızlanıyordum ki sabaha kadar dinmeyen bir yağmur başladı. Çaresiz pencereden Arno nehrine düşen yağmuru seyretmekle yetindim. On dakikada bir şimşek çakıyordu. Metalik gümüş rengi bir ışık çamur gibi akan suyu aydınlatıyor, saniyeler sonra ardından gelen gök gürültüsü dışardaki korkunç manzarayı tamamlıyordu.
“Michelangelo, üzerinde bulunduğu çimenlerle kaplı tepeden Floransa’yı görebiliyordu. Beyaz, sarı ve turuncu binaların oluşturduğu parıltılı mozaiği bir yılan gibi kıvrılarak akan Arno nehri bölmekteydi….Pieta’sının açılışından sonra Roma’daki atölyesini kapatıp Floransa’ya geri dönmesi bir yıldan fazla zamanını almıştı….”
Sabah erkenden kalkıp, hızlıca hazırlandım. Otelin kahvaltı salonu tam bir cümbüş. Dün akşam lobide gördüğüm kalabalık daha bir renklenmiş, kaygılı mimikler gitmiş yerine dinlenmiş, heyecanlı bir tatil modu gelmiş herkesin üstüne. Kahvelerinin üstüne sıcak su koyarken, sırada bekleyene sütü uzatıyor, ya da ekmek maşası elindeyken sıradaki diğer tabağa da bir dilim ekmek koyarak birbirlerine gülümsüyorlardı. Havada her dilden “lütfen” kelimesi uçuşuyordu. Birleşmiş Milletler gibiydi salon. Elime bir tabak alıp açık büfenin önünde sıraya girdim. Yeşil beyaz pütükare örtülü masalardan “kahvaltıda niye zeytin yok?” diye sızlanan bir memleketlimin sesini duydum. “İtalyan’lar kahvaltıda zeytin yemez” diye açıklama yaptı diğeri. Önümdeki uzun, kuyruk bitmek bilmiyor daha da beteri yağmur yağmaya devam ediyordu ama olsun! Ben bu sabah Floransa’da uyanmıştım.
“Duccio Taşı, tarihteki en ünlü mermer parçası sayılabilirdi. Kırk yıldan fazla bir süre öncesine dayanan bu proje eski Roma İmparatorluğu’ndan beri en büyük ve en pahalı heykel projesinin bir parçasıydı. Efsaneye göre gün yüzüne çıkarıldığı andan itibaren mermer taşın olağanüstü bir yanı vardı. Birçok dağı ve Arno Nehri’ni aştığı uzun ve meşakkatli yolculuğa rağmen Floransa’ya tek bir çizgi almadan ulaşmıştı. Taşı gören katedralin ihtiyar heyeti şehrin ihtişam ve sadakatini yansıtması için mermerden Kral Davut heykeli yapılmasını buyurdu.”
Oturacak bir yer ararken yaşlı kadın yanındaki boş sandalyeyi göstererek bana el salladı. Gülümseyerek oturdum. Onlar kahvaltılarını çoktan bitirmişler, emekli hemşire kendinden en az on yaş büyük kocasına ilaçlarını içiriyordu. Yeni evli kadınlara has utangaç bir hamaratlık vardı üzerinde. Her ilaçtan sonra kocasının ağzını peçeteyle kuruluyor, ona, biraz hiç olmamış çoçuğu gibi, biraz geç kalmış ama sonunda gelmiş sevgilisi gibi davranıyordu. Bu onların balayı tatilleriydi. Dün buraya gelirken rehber, Pisa’ya dönüşte uğrayacağımızı söyleyince her şeyi öğrendik. Geçen yıl çıktıkları İtalya turunda Pisa’da tanışmışlar. Ve o gün bugünmüş! Yani dönüşte olmazmış. Yol boyunca rahatça hareket etsinler, kapıya yakın olsunlar diye şöförün arkasındaki koltukları onlara ayırmıştık. Eşyalarını taşımalarına yardım etmiş, 5-10 dakikalık gecikmelerine de sesimizi çıkarmamıştık. Adam gerçekten zor yürüyor, son kalan enerjisiyle karısını memnun etmeye çalışıyordu. Yaşlı adam nüfus cüzdanını çıkarıp ta “bakın bizim fazla zamanımız kalmadı lütfen! Siz daha çok gençsiniz” deyince hepimiz otobüste onları alkışladık ve memnuniyetle Pisa’ya doğru yola koyulduk. Dün karanlığa kalmamız, vaktinde Floransa’ya gelemeyişimizin nedeni de bu ikisiydi işte!.
“Lisa kapıda durdu ve elini kapı kolunda tutarak son kez arkasına döndü. Yüzündeki üzüntülü ifade kaybolmuş, dudaklarında bir gülümseme belirmişti. Kısa süren tutkularını yüz ifadesinde görebiliyordu Leonardo. O yarım gülümsemesinin tüm yüzüne yayılmasını bekledi ama olmadı..”
Galleria dell Academia’nın önündeki uzun kuyruğu görünce biraz daha pahalı olan randevulu biletlerden almaya karar verdim. Arnavut kaldırımı taşların arasındaki yağmur göletlerine bata çıka bilet ofisine koştum. Nihayet yağmur durmuştu ve güneş hiç bir şey olmamış gibi ya da dün geceki fırtınadan hiç haberi yokmuş gibi pırı pırıldı. Ne olursa olsun Michalengelo’nun Davut heykelini görmeden burdan gitmeyecektim.
…”Kimin tablosu?” Leonardo, Granacci’nin benzini attıracak derecede önemli tablosunda kimi resmetmiş olabilirdi ki? Fransa kralının mı? Papa’nın ya da Tanrı’nın portresini mi çizmişti? “Bir ev kadınının,” dedi Granacci, korkmuş bir ses tonuyla. Michelangelo kahkahayı bastı. “Sadece küçük bir tablo. Ne kadar muhteşem olabilir ki?”
Avuçlarından başlayarak Davut’un sağ elindeki her bir parmak ucundan eklem yerlerine kadar tek tek inceledim, artık acelem yoktu. Saatlerce burada kalabilirdim. Kasları sıkı, kaburgaları belirgin, dizleri yay gibi gerilmiş Davut karşımda duruyordu. Ama ne kadar ya da ne taraftan bakarsam bakim “gözlerini yaklaşmakta olan düşmana dikmiş” bir Davut göremedim. Daha çok “senin savaşınla ilgilenmiyorum!” diyen hüzünlü, melankolik bir bakıştı bu.
“Davut’la geçirdiği onca yıldan sonra Michelangelo artık heykele tarafsız gözle bakamıyordu; ama heykeli il kez gören bu insanları gördüğünde Davut’a onların gözleriyle bakabiliyordu. Başrahip’in coşkulu bakışlarında Davut’un dinsel bir kişilik olduğunu, Floransa bayrağı sallayan bir askerin bakışlarında heykelin bir cesaret simgesi olduğunu, hayran gözlerle heykele bakan genç bir kızın gözünde Davut’un arzulanacak bir şey olduğunu görebiliyordu.
Signoria Meydanındaki Neptün heykelinin önünde toplandık. Rönesansın üç ustası Boticelli, Leonardo, Michelangelo ve onların Floransa’sı ile vedalaştım. Yaşlı adam çok yorulmuş yürüyecek hali kalmamıştı. Çiçeği burnunda yeni karısına iyice yaslanmış, ayakta zor duruyordu. Kadının tek omuzuna asılı sırt çantasını ve elindeki ağır ilaç poşetini kafileden bir kaç kişi Arno nehrinin kenarında bekleyen otobüse kadar sırayla taşıdık. Artık acele etmiyor onların ritmine uygun adımlarla yürüyorduk.
Leonardo ve Michelangelo’nun Romanı
Yağ ve Mermer
Yazan: Stephanie Storey
Maya Kitap
Çevirmen: Levent Kurtuluş
Not: 2014 yılında yaptığım büyük İtalya turundan aldığım notlarım ve kitaptan alıntıladığım boldlu bölümleri art arda düzenledim.
10.06.2018
Yelda UGAN
Nam-ı diğer Tuleytula,
Ressam Greco Midilli’den gelip Toledo’ya yerleşmeden, Cervantes Don Kişot’u yazmadan önceydi. O görkemli Endülüs yıllarında Müslümanlar, Yahudiler ve Hiristiyanlar bir arada özgürce ibadet ediyorlardı. Henüz engizisyon mahkemeleri kurulmamıştı.
İspanya’nın kuzeyindeki dağlarda doğduğunda adı Tagus, Lizbon’da okyanusa dökülürken Tejo olan nehir, Toledo’nun kurulduğu kayalık tepenin çevresinde çember çizerek akarken 10. Alfanso uygarlık tarihi için çok önemli olan Santa İsabel sokağındaki tercümanlar okulunu kurdu. Bu okulda eski Yunan klasikleri, İslam alimlerinin tıp, felsefe, astronomi, matematik kitapları Kastilya ve Latin dillerine tercüme edildi. 13. yy’da karanlık çağını yaşayan Kuzey Avrupa’nın her yanından gelen bilim adamları Toleda’ya akın ettiler. Çünkü Avrupalılar’ın elinde Yunan klasikleri yoktu, barbar istilaları sırasında yakılmış veya kayıplara karışmıştı. Arapça bilmeyen bu ziyaretçiler Müslüman ve Yahudi tercümanların yardımıyla 10 yılda 80 kitabı tercüme ettirdiler.
Toledo, San Juan De Los Reyes Manastırı
Bu kitaplar Avrupa’da rönesansın, bilim ve aydınlanma çağının alt yapısını oluşturmuş. Böylece Romalılar’ın Toletum’u, Araplar’ın ve Yahudiler’in Tuleytula’sı Toledo, Doğu ve Antik Çağ birikimini Avrupa’ya aktaran bir köprü olmuş.
Mitra, Beşiktaş