Seçim

Altmışlı yılların sonu, yetmişlerin başı. Bizim kuşak, yani mektup alıp verenlerin son kuşağı için bugün google’de az biraz fazla mesai yaptım. 

Yere Batan Sarnıcı

Pazar günü ülkecek sokağa çıkıyoruz. İkametgah adresimize en yakın mahalle mektebine. O gün, günlük hayatımda hiç görmediğim kadar çok yaşlı kadın ve erkeği bir arada göreceğim. Hepsi de vatandaşlık görevini yapmanın gururuyla en güzel kıyafetlerini giymiş, kimi bastonla kimi tekerlekli sandalyesinde kimisi de oğlunun ya da kızının veyahut bakıcısının kolunda ağır adımlarla gelecekler oy kullanmaya. Onlara öncelik verilecek, yardım edilecek, tane tane yeniden yeniden anlatılacak belki. Biraz daha sahnede kalabilmek için ağırdan alacaklar, ellerinden geldiği kadar anın, sokağa çıkmanın, hesaba katılmanın tadını çıkaracaklar. Aylardır bekledikleri gün gelip çattığında erkenden kalkacak, belki de heyecandan hiç uyumayacaklar. Ömürleri boyunca kaç kere gittiler bu sandıklara? Hesaplamaya kalkıştıklarında kim bilir belki Menderes zamanına kadar uzanacak Demirel’in kaç kere ve hangi yıllar tekrar tekrar geldiğini karıştıracak ama ısrarla iddia edecekler. Şanslılarsa, hala arkadaşları varsa yani, onlarla ateşli bir sohbete girecek, hafızam beni yanıltmıyorsa diye başlayan yarım cümlelerle yetinecekler. 

Gelelim bize, altmışlı yılların sonu, yetmişlerin başı. Yani mektup alıp verenlerin son kuşağı için bugün google’de az biraz fazla mesai yaptım. 

Dilimde Sezen Aksu’nun bir şarkısı, aklımda deprem bölgesi.

“Kaç devir geldi, kaç nesil geçti” 

Acep biz kaç seçim gördük? Kaç başbakan, kaç ekonomik kriz, kaç darbe, kaç yalan, kaç hayal kırıklığı, kaç umut, kaç ölüm, kaç deprem, kaç aşk, kaç ayrılık, kaç doğum, kaç vuslat? 

Apollo11 astronotu Neil Armstrong’un aya ilk adımını attığı an söylediği “Benim için küçük bir adım ama insanlık için büyük bir sıçrama.” 1969 yılı, doğduğum yıl. 

AP açık ara oyları toplarken, hemen arkasından CHP geliyor. 

“Dağlar kızı reyhan reyhan, alem sana heyran heyran, ne güzelsin ay kız.”

73 yılı, çok az bir farkla bu sefer üç milyon küsürle CHP AP nin önünde bitirmiş yarışı. Malum 74 yılı ve Ecevit’in başında olduğu Kıbrıs harekatı. 

“Bir zamanlar bir yar vardı bakmaz oldu yüzüme, başkasına bel bağladı artık ondan bana ne.”

77 yılı, CHP yine altı milyon küsür oyla AP’nin önünde

“Dışarda deli dalgalar, gelir duvarları yalar, bu sesler beni oyalar, aldırma gönül aldırma.”

83 yılı, 14 yaşına geldiğimde ne olup bittiğini yıllar sonra anlayacağım bir askeri darbeden geçmiş ve yine onu bile mumla arayacağımız 82 anayasasına tanık olmuş, nihayet belini doğrultmaya çalışan sevgili ülkem yine yeniden seçimlere gitmişti. Turgut Özal’ın başkanlığındaki ANAP neredeyse sekiz milyon oyla iktidara gelerek hükümeti kurdu.

“Onda bunda şundadır, şunda bunda ondadır, mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır.”

87 yılı, yine ANAP. Bir liberal bir liberaliz ki doymuyoruz liberalleşmelere, bastırılamaz bir hasretimiz var.    

“Neden neye, kime bu özlem.”

91 DYP yılı, yani Süleyman hep başbakan. Teknik olarak ilk kez bu yıl oy kullanmış olmalıyım ama hatırlamıyorum. Daha çok bol koalisyonlu 95 seçimleri hatırımda kalmış.

“Ben de daha yeni yeni kavak yelleri.”

95 yılı, oy kullanma yaşı 18’e indiriliyor ve geliyordu gelmekte olan. RP altı milyon küsür oyla seçimi ANAP ın hemen önünde tamamlıyor. Koalisyon denemeleri ve arkasından gelen 28 Şubat kararları, Milli Güvenlik kurulu kararıyla hükümetin istifası.

“İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.”

99 yılı, DSP Ecevit başkanlığında tekrar hükümeti kurdu ve sonrası malum.

“Bugünlerde kararsız tutarsız oldum, ne istediğimi bilmez oldum, bir şöyle söyledim, bir böyle, bir de söylediklerimin tam tersini, aslında no problem.” 

2002 yılı AKP on milyon küsür oyla iktidara geliyor.

“Neler oluyor bize bize neler oluyor gülüm.”

14 Mayıs 23

“Kapı açık arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık.”

İçimde engel olamadığım bir sevinç var, mutluluk atakları geçiriyorum..Hayırdır inşallah!

13 Mayıs 2023

“Hava leylak ve tomurcuk kokuyor.”

Yelda Ugan S.

Reklam

Bayram

Gülhane Parkı

Küsler barışır, yaralar sarılır,

börek pamuk gibi pişer,

tatlı kıvamında şerbetlenir,

“ellerine sağlık” barınamaz da

marifet acar fırında oyalanır. 

Mutfak penceresinden adalar görünür, 

Kaptan seyir defterine “oğlum geldi,” yazar. 

Yepisyeni bir bebe doğar,

Nure nene, Ayşo anne olur, Batu dede.

Topak patlıcandan etli dolma, kemerliden tava yapılır.

Şeker kasesiyle tutulur, ikinci için ısrar edilir,

Kömbe tabakta,

Kahve fincanda, çikolata kutusunda ikram edilir.

Büyüklerin elleri, küçüklerin gözleri,

İlki harçlık vaadiyle, sonrakiler kolektif bilinçle öpülür.

Bayram Nisan’a, Nisan portakal çiçeklerine, konteynıra, çadıra gelir, gelir de..  

Yelda Ugan Saltoğlu, Beşiktaş

22/04/2023

Ben Sana Yandım Zühtü

Çiçekler yokuş başındaki tarladan, sevgili toplamış..

İki kız günlerdir üzerinde çalıştıkları uzun listeyi babaları kapıdan çıkarken eline tutuşturdular. Baba çizgili bir defterden koparılmış sayfayı dörde katlayıp gömleğinin göğüs cebine yerleştirmeden önce silik kurşun bir kalemin çıkardığı küçük ve yuvarlak hatlı, ilk satırda dik duran, arkasından gelenlerde sağa ve sola eğilip bükülen harflere kısa bir göz attı. Hiç itiraz etmezdi, çocukları ne isterse tamam der, akşama ya eli boş ya da alakasız bir dolu öte beriyle gelirdi. En çok kitap konusunda yanlış yapar ya bir alt ya da bir üst sınıfın kitapları ertesi gün değişmek üzere yine onunla beraber evden çıkardı.  

Yarın küçük kızın doğum günü, organizasyonu büyük yapacak ama bir şartla, ona yardım etsinler diye o da arkadaşlarını çağıracak. Tamam, anlaştılar. “Misafir odası bizim ve oraya girmek yok, pikap da bizde kalacak. İstediğim kadar da sesini açarım. Kapıyı kapatacağım. Bi’ de üzeri simli sütlü kahve kazağı da ben giyeceğim yarın. Siz salonda oturacaksınız. Oğlanlarla da sen ilgileneceksin, okuldan geldiklerinde önlüklerini sessizce çıkarıp dışarı çıkacaklar. İstedikleri kadar pasta alabilirler ama arkadaşlarıyla iki de bir bahçeye gelip gürültü yapmak yok, uzakta bir yerde oynasınlar, olmadı değirmene insinler. Anne sen de geç gel. Öyle hemen kontrol etmek ister gibi pastadan önce gelme. Biz hallederiz. Hayır çağırmadım! onlar küçük, yaşıtım değiller. Baba sen de gelince arka bahçeye git ablam oraya çay getirir sana. Sakın gelince üstünü değiştirmeye kalkma, öyle kal.” 

Babaları öğle yemeklerini evde yer, küçük kız da işten gelen babasını o zaman çok beğenirdi. Yakışıklı bulurdu onu, yakışıklı ve şık. Açık mavi blazer ceketini çıkarır, sandalyenin arkasına özenle asar, kıravatını hafifçe gevşetir, beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırır, masaya otururken lacivert pantolonunu dizlerinden hafifçe yukarı çekerdi. Ankara’dan izin çıkıncaya kadar daireye giderken ceket giymek zorunluydu. Hava sıcaklığı 32 derece de olsa merkezden bu Güneyin nemli kasabasına müsade gelene kadar ceket ve kravat onu bunaltır, eve gelir gelmez onlardan kurtulmak isterdi. Bazı sabahlar karısı elindeki eski bir tavaya ısladığı küflenmiş ekmekleri işe gitmeden kümese götürmesini ister, o da gömleği kirlenmesin diye pijamasını göğsüne kadar çeker kıravatını da sol omuzundan sırtına gönderirdi. Okul yoluna koyulan küçük kız kümesten gelen kanat ve gıdaklama seslerinden memnun, elindeki boş tavayla avludaki tütün rengi toprağa diktiği mavi gözlerini kırpıştıran babasıyla karşılaşır, birbirlerine gülümserlerdi. O zaman da çizgili pijamanın altındaki koca göbekli adamı komik bulur, kıkırdayarak kestirmeden portakal ağaçlarının arasına karışırdı. Babası yine aynı ağır adımlarla naylon terliklerini dışarda çıkarır cümle kapısından eve girerdi. Onun hiç acele ettiği, bir yere geç kaldığı için adımlarını sıklaştırdığı ya da koştuğunu gören olmadı. Babasının sakinliği evde her şeye yetişmeye çalışan, davudi sesiyle talimatlar yağdıran annesini delirtse de de ona iyi gelirdi.

Küçük kızın on üç yaşına bastığı o gün işler yolunda gitti, babasına verdikleri plak listesi hariç her şey tam istediği gibi oldu. Bir gün önce babaları İlhan İrem, Ajda Pekkan ve Esmeray’ın şarkılarından oluşan listeye karşılık Bedia Akartürk’ün “Ben Sana Yandım Zühtü” 45’liğiyle dönse de misafirler evdeki Erol Büyükburç, Gönül Yazar ve Barış Manço ile de pekala eğlendiler. Ablasının iki arkadaşı da geldi. İkisi de kitap getirmişti, biri Küçük Kadınlar’ı, diğeri Dede Korkut Hikayeleri’ni. Deli Dumrul’la o yıl tanıştı, çok hoşlanmadı o huysuz adamdan, köprünün başında bekliyor gelenden geçenden para alıyordu. Sıkıysa vermesinlerdi, o zaman geçmelerine izin vermiyor, elindeki yamru yumru uzun asayla köprü başına dikiliyor. Nuh diyor peygamber demiyordu. Sıkıldı, bıraktığı yerde, tek raf hakkı olan kitaplığın arkalarında bir yerde kitap unutuldu. Küçük Kadınlar’ı defalarca okudu ve büyüyünce Jo olmak istedi. Bir gün o da evden gidecek, uzak şehirlerde büyük okullarda okuyacak ve kim bilir belki de yazacaktı. Hem okuldan hem mahalleden bir sürü arkadaşı geldi. Oğlanlar hiç yaramazlık yapmadılar, ikisi de önlük ve çantalarından merdiven başında kurtulup, birini ağızlarına tıkıştırdıkları diğerlerini küçük ellerini dolduran pofuduk kurabiye ve poaçalarla sokağın sonundaki değirmenin yolunu tuttular. Annesi geç geldi, babası bankadan geldiği gibiydi, herkes gidinceye kadar kıravatını dahi gevşetmedi. Büyük kızının ona ikram ettiği koca tabağı bir bardak çayla sildi süpürdü.

O küçük kız yani ben bu ay elli üç yaşıma bastım, aradan kırk yıl geçmiş, kırk koca yıl. Babam emekli olduktan kısa bir süre sonra tam pijamalarıyla bütün gün evle kümes arasında rahat rahat gidip geleceği vakit bize veda bile etmeden bir gece apar topar aramızdan ayrıldı. Annem, oğlanlar ve ablam iyiler. Herkes çoluk çocuğa karıştı. Hatta ablam babaanne bile oldu. Bana yine hediyeler geldi, arkadaşlarım bir de defter koymuş hediyelerinin arasına, çizgili, çizgisiz, ince-kalın, spiral kapak, küçük-büyük çeşit çeşit. Hala Josephine March olmak istediğimi biliyorlar.

19 Nisan 2022, İstanbul

Yelda Ugan S.

Dijital Teneffüs

Koridorda burun buruna geldik, kucağında bir top A4 kağıdı, daha dumanı üstünde 70 sıcak sayfa.

Kendimi güncelliyorum,

Okuma kitapları, kaynak kitaplar, soru bankaları, birinci yabancı dil, ikinci yabancı dil, derken bir kamyon dolusu kitap taşıdık eve. Tam bitirdim dersin, yaslanırsın arkana. Odasından etini koparmışlar gibi bağırır. Ödev yapacakmış ama kitap yokmuş, öğretmen demiş ki, “o da olur, ama bu olmadan olmaz. Çünkü bu, ana kaynağın birinci yardımcı kitabının seçilmiş soruları ve İngilizce.” “Hay Allah! Ne yapalım? Külliyat orda madem! Getir bakalım şu listeyi, yarın hallederiz.” der, der demez de, çıkması olası bir ev krizini daha bertaraf etmenin iç huzuruyla rahat bir uyku uyursun. Ta ki, harıl harıl çalışan printerin sesiyle uyanıncaya kadar.

Koridorda burun buruna geldik, kucağında bir top A4 kağıdı, daha dumanı üstünde 70 sıcak sayfa. 

“Bunlar da Ne?!”  

“Kit”

“Ney?”

“Ders föyü işte!”

“Hangi ders?”

“Tarih,”

“Ha! Tamam”

Kimya deseydi, hı!? Tamam. Derdim, böyle durumlarda “takip” önemli

Sınav yılı değilse, LGS ya da YKS, TYT, AYT Ekim ayında azalan oranda artarak durulur, huzura erersin. Velevki o yıl sınava girecek, yandın! 

Haziran…temizlik ayı. Geldiğinde raflar boşaltılır. Çöp torbaları elden ele kapıya kadar taşınır, iş işten geçse de kayıplar bulunur. Akibeti meçhul bir bere, sömestr tatilinde uçakta unuttuğuna yemin billah ettiği ve son dakika yenisi alınan Ateşten Gömlek, 211 syf, Can Yayınları, yazan, Halide Edip Adıvar. Yarısı yenmiş bir gofret. Şöyle bir göz gezdirilmiş, bir kaç kıvrılmış sayfa kenarı, avunacak kadar çiziktirilmiş satırlar. Kapağı bile açılmamış, duvarla, ahşap raf arasına sıkışıp kalmış, karton kapağıyla ikiye katlanmış iki kitap. Hayatında kurşun kalem yüzü görmemiş, görmeyi bırak kokusunu bile duymamış, beklemekten beti benzi kaçmış sorular ve burda ne işleri olduğunu asla öğrenemeyecek bahtsız a) b) c) d) e) şıkları.

Zarflarıyla aynı desende avuç içi kadar kartpostallar, rengarenk çıkartmalar, yaldızlı etiketlerin dizili olduğu metal rafın önünde oyalanıyorum. Ağzı açık kolilerde kitaplar, açılmamış kolilerde kitaplar, masa boyunda, tezgah boyunda kitaptan kuleler, raflardan taşan defterler, kalemler, yüzüne bakılmayan boy boy mataralar. Eskiden ana-baba günü olurdu buralar, sonbahar habercilerini gönderir göndermez adım atacak yer kalmazdı, 

“o kalemliğin aynısından var evde” 

“Fermuarı bozuk”

“ama öğretmen istedi!”

“çift çizgili olacaktı, bunun çizgileri tek!”

“O silgiyi kardeşime verdim”

“Ben kullanmam onu!”

“Beyaz!”

“Yok, o kadar beyaz değil!”

“5. Ya da 6. Yok, 4. Sınıf?!”

Artık ne bu sesler var içerde ne de çocuklar. Tuhaf bir Eylül. Döner rafı defalarca kendi etrafında çeviriyorum. Ellerim bir çocuk eli olmasa da, kendi etrafındaki turunu her tamamladığında gıcıırtt diye seviniyor. Okul çıkışı kırtasiyeye uğramadan olur mu? Oraya gitmek, kitap, defter almaktan çok daha fazlasıdır. Bir tek kalem almak için bile gidersin, kulaktan kulağa duyulur alacağın kalem ve çıkışta bir de bakmışsın beş, altı kişi toplanmışsınız. Yol boyunca gülüşür, konuşursun, belki köşedeki pastaneye oturmana, hatta bir cafe latte almana bile izin çıkmıştır. Yeni bir ders yılı, yeni bir başlangıç. Bir yaş daha büyümüşsün, koskoca yaz geçmiş aradan, anlatacak çok şeyin var. Sabredemez ortasından dalarsın muhabbete. Beş dakikada geçer saatler, yarın sabaha kadar zor dayanırsın.

Ekran başında da olsa, kaldıkları yerden devam edecek, yollarını bulacaklar elbette. Biz onlardan daha çok kaygılıyız, gözlerinin içine bakıyoruz, “aman! Ruh sağlıkları” diye. Bir an önce gitsinler, çıksınlar evden istiyoruz “aman! Ruh sağlığımız” diye. Bilmiyoruz ki, ne salgın gördük bugüne kadar ne de karantina, alerjisi olan insanlar takardı tıbbi maskeleri, onları da havaalanlarında görürdük, ameliyat sahneli filmlerde, evlerden uzaktı eskiden.       

İki adet çıkartma seçtim; birinin minik, siyah-beyaz desenleri var, ayakkabı, gülen yüz, pos bıyık, birbirine geçmeli dişli çarkları filan. Diğeri rengarenk baykuşlarla dolu. Kasadaki genç “iadeleri düşüp hesapladığımda…” dedi. O an aklıma gelmiş gibi, elimdekileri de uzattım. Tekrar hesapladı. Cebindeki harçlığı çıkışmayan çocuklar gibi “Baykuşlu olan kalsın o zaman” dedim.  

İri siyah puntolarla, “Küçük Kara Balık” yazılı ve turuncu bez torbamı kaptığım gibi telaşla çıktım kırtasiyeden. Çocuk 12:30 da yemek molası verecek, çok hızlı davranırsam eğer ucu ucuna da olsa yetiştirebilirim. Çantamdan alışveriş listemi çıkardım. Yanıma, yönüme baktım, yok! Market için bez torba almayı unutmuşum, balıklı bez çantayı arabanın arka koltuğuna boca ettim. Kitapların arasından, ayaklarımın dibine beyaz bir kağıt düştü. Gömleğimin koluyla maskemi düzelttim. İnce jelatinli, küçük karton kağıdın arka yüzünü çevirdim ve morlu-turunculu, yeşilli-mavili, çizgili-kareli, pullu-şeritli,  on acayip bilge baykuşla aynı anda göz göze geldik.

Onlar da sizi özlemişler,   

29/09/2020, İstanbul

Yelda Ugan S.

         

Veda

 

En yavaş gelenimizle bile bir günden daha kısa bir sürede toplandık. Sen daveti kabul edince  biz de çaresiz seni yolcu etmeye geldik. Sıkıldın biliyorum ama tüm ritüelleri yerine getirdik. Üç gün sarı konakların bahçesinde seni konuştuk, yıllardır görmediklerimizi gördük, boğazımızdan geçmez sandık ama sevdiğin yemekleri, tatlıları yedik. Eskileri konuşup güldük bile.

img_9705

Veda,

Görebileceğim en uzaktaki dağlara Toroslar’a kadar baktım. Geveze kuşları dinledim. Yerini beğendim. Havadar ve aydınlıktı,

kırlara doğru uzanıyordun yattığın yerden. Artık göle kadar gitmene gerek yoktu. 

Sevgilin, “küçük evin, küçük bahçende rahat mısın ?” Diye sordu sana. 

Eğildim verdiğim sözü tutup bir avuç toprak daha koydum küçük bahçene. En değerli iki kadınının seslerini duydum, birbirlerini teselli ediyorlardı sana inat. 

Düzeltecek bir şey olmadığı halde evinin yanını yönünü düzelttim. Karanfil sözüm de artık bir dahaki sefere. 

Kuzun yine inanılmazdı! Seni son gördüğüm yerde, salonun çift kanatlı kapısının önünde “gitti” dedi “kuzum gitti.” Senin için gelen herkesi sardı sarmaladı, yüreğinin orta yerinde senin yerine de seninleymiş gibi ağırladı herkesi. 

En yavaş gelenimizle bile bir günden daha kısa bir sürede toplandık. Sen daveti kabul edince  biz de çaresiz seni yolcu etmeye geldik. Sıkıldın biliyorum ama tüm ritüelleri yerine getirdik. Üç gün sarı konakların bahçesinde seni konuştuk, yıllardır görmediklerimizi gördük, boğazımızdan geçmez sandık ama sevdiğin yemekleri, tatlıları yedik. Eskileri konuşup güldük bile.   

Hepimiz dua ettik sana. Kendi dilimizde kendi duamızı! Artık büyümüştük ve duayı nasıl söylersek söyleyelim farketmediğini biliyorduk.

Uzandığım yerde keskin bir şey geldi elime, bir tokadan veya  yüzükten düşmüş gibi. Altıgen bir metalin içine yerleştirilmiş parlak gümüş rengi bir taş, yerinden oynamış!. 

Aldığım yere koydum ve kalktım. Çemberlitaş’tan tramvaya bindim, daha Gülhane parkına gelmeden haberin geldi. Kabataş durağında ininceye kadar ağladım. Eminönü’nde ne renk kaldı ne isim

Hava şerbet gibiydi, güneş tepemizde elinden geleni yaptı ama artık sonbaharı yarılamıştık ve güneşin kızgınlığı bize değil kurutacağı bulgura, salçayaydı. Akşam üstü hava serinliyor, ürperiyorduk. Çantalarda, arabaların arkasında unutulan hırkalar kıymete biniyor, fazlasını ikram ediyorduk. Sabahları neredeyse kuzeydeki kulelerimizden taa Karataş’ı denizi bile görecektik 

Aslında havada her ne vardıysa beni o günlere götürdü, yalnızca acı diye aşkı bildiğimiz yıllara!!..

Günlerin bize göre yavaş geçtiği, acelemiz olan yılların üstünden neredeyse 30 yıl geçmiş. Her yıl ekim ayında okullar açılır ve tekrar bir araya gelirdik. Yazlıklarımızı daha üç kere giymeden kış gelirdi. 

“Küresel bu kadar ısınmamıştı demek ki o yıllarda!” 

Üç Hüreller kardeşmiş 

Pink Floyd da  grubun adıymış 

Fredy Mercury  ölmüş, 

Berlin duvarı da yeni yıkılmıştı! 

Zülfü Livaneli’nin “Yer demir Gök bakır “ filmi

Yeni Türkü’nün de Yeşil Mişik kaseti vardı

Benetton’dan giyinmek bir ayrıcalık

Julia Robert da tanıdığımız en pretty kadındı.

Sen  benim çetrefilli yoldan çıkmalarıma bir şey demezdin, kendimi sana emanet  etmeme de, omuzuna değmeden ağlamama da izin verdin. Melodram sevmezdin de, ondan ağlatmazdın beni arkadaşım.  

Zaten başka türlüsü de komik olurdu, gülmemiz gelirdi herhalde orta yerinde….sonra nöbeti Nejla’ya devrettin, her solukta Fulya ile size gelir günlerce yayılırdık….”dedikodu mu yapıyorsunuz” der, gitmek istemezdin yanımızdan. Sen de bizimle otururdun, saatlerce konuşur, kırılırdık gülmekten…ele güne karşı “mış” gibi yapar büyümüş gibi davranır, sonra bildiğimizi okurduk.

İşte böyle arkadaşım; içimize garip bir sızı bırakıp gittin, ne desem az!…yolun açık, mekanın cennet olsun. Güle güle!!

17 Ekim 2017, sen gideli iki yıl oldu…

Yelda UGAN

17/10/19, İstanbul

Kim Tedavi Edecek Bizi?

 

IMG_0237

19 Ocak 2007

saat 14:57

Agos gazetesinin önü

12 yıl önceydi…23 Ocak’ta binlerce insan Osmanbey’de toplanmıştık. Harbiye’den, Taksim’den geçtik, sonra Tarlabaşı, Unkapanı, Saraçhane, kimse konvoyu terk etmedi. Sessizce yürümeye devam ettik,  çok sonra duydum, meğer vasiyetiymiş sessizliğimiz…. Yeni Kapı İdo İskelesinde durduk. Ona Balıklı Rum mezarlığına kadar eşlik ettik.

Bugün 19 Ocak 2019’da Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali yaptı anma konuşmasını, 12 yıl öncesi kadar kalabalık değildik artık ama toplandık. Osmanbey’de, Agos’un önündeydik tekrar, Hrant’ın davası Mart ayında 88. kez görülecek, yine Hrant için adalet istedik ama durduğumuz yerde duramadan bir kıpırdandık. Her zaman mı bu kadar çok güvercin olurdu buralarda?

Saat 16:30 olmuştu, ancak bulduk birbirimizi, arkadaşlarımızın arkadaşlarıyla tanıştık, Rumeli’nin girişinde caddesiyle aynı isimli kafede oturduk, Bir Ermeni, bir Kürt, bir Selanik’li bir de Makedonya’lı göçmen torunları; dört kişiyiz, hepimiz  doğma büyüme buralıyız. Türkiyeliyiz. Biraz güldük, çokça üzüldük ama sonra birbirimize iyi geldik. Kılıç artığı halaları andık, Paskalya çöreği yapan müslüman anneanneleri, komşularımızı. Herkes birbirinin dilinden anlarmış bir zamanlar, şarap yapmayı öğrenmiş komşusundan, elinde sürahisiyle gelirmiş çocuklar, daha onlar annem-babam deneden hala anlar, toprak fıçıya daldırır, doldururmuş komşudan gelen kapları, isteyene verirmiş. Yokmuş öyle ayrılar, gayrılar!

Her yerde hasret ve acı dolu Ermeni türküleri çaldı o gün, hepimiz dinledik…Talar çevirdi, su çatlağını aradı.

“Sareri Hovin mernem

Hovin mernem hovin mernem

Im yari povin mernem

Poyin mernem poyin mernem

Mi sari e tchem desel

Desnoghi yar atchkin menem”

“Dağların rüzgarına öleyim

Kurban olayım, kurban olayım

Yarimin boyuna öleyim

Kurban olayım kurban olayım

Bir yıldır ki görmemişim

Görenin gözüne öleyim.”

23.01.2019, Beşiktaş

Mitra

 

 

 

 

Türkiye Kadın Buluşması

Our Rights,

Our Lives,

Our Gains,

IMG_9868“Farklılıklarımızı unutmadan, kıyafeti, boşanması, nasıl bir işte çalıştığı, konuştuğu dili, geldiği ülke veya mahalle, hangi saatte kiminle ve nerede olduğu, bedeni, kimi sevdiği ya da sevmediği, kime itiraz ettiği üzerinden bazı kadınların şiddeti daha hak eder göstermenin aslında tüm kadınların zararına olduğunu yaşayarak öğrendik.”

Kadınlar farklı illerden, hayatlardan, deneyimlerden, çevrelerden, kimliklerden..

Ani refleks eylemlerinde, 25 Kasım ve 8 Martlarda bu kadınlar hiç bir politik ayrım gözetmeksizin de bir araya geliyorlar ama sonra dağılıyorlar.

Barış için Kadın Girişimi’nin çağrısına uyan yüzlerce kadın bugün (5-6 Ocak 2019) bir araya geldi..

2019 kadınlarla başlayacak,

IMG_9883

15 yıldır var olan Adana Kadın Platformu, 10 ay önce kurulan Van Ahtamara, Artvin, Ankara, Urfa, Trabzon, Balıkesir Körfez Kadınları, Bursa Kadın Platformu, Diyarbakır Kadın Platformu, Artvin Hopalı Kadınlar, Batman Helkis Kadın Platformu, Didim Kadın Platformu, Erzincan Kate Kadın Oluşumu, Hatay, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Karadeniz Ereğli, Mardin, Muğla, Mersin..

Çünkü;

Hayatımız üzerinden hak idda edenlere söyleyeceklerimiz var,

Hep beraber ilk adımı burada atıyoruz,

Hareketimiz gücünü dayanışmamızdan alıyor Filistin, İzlanda, Polonya, Fransa, Arjantin’deki kadınlardan

Erkek şiddetiyle hayatını kaybeden kadınlar için buradayız.

“Beyaz yakamı mora boyadım grevdeyim tatlım”

“Flormar değil direniş güzelleştirir.”

Birlikte bir mücadeleye duyulan ihtiyaç, kadınlar birlikte güçlü, farklılıklarımıza rağmen  birlikte durmayı başarabilecek miyiz?

Nası bir birliktelik sürdürebiliriz?

Çocukların istismarcılarıyla evlendirilmesi kararına karşın meclise dayandık.

Kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze karşı mücadele verdik, kadın yoksulluğu artıyor, kriz bahane edilerek önce kadınlar işten çıkarılıyor.

Özge Can’la başladı sokağa çıkmamız, refleks bir hareketle kitlesel olarak yürüdük. En kitlesel en dinamik en güçlü eylemler kadınlar tarafından yapıldı.

Taciz, tecavüz ve çocuk istismarına karşı bir araya geldik, mücadelemizi sokakta sürdürdük. Karadenizin Havva anaları hala yaşıyor. Kadın kadının kurdudur yerine kadın kadının dostudur, ve olacaktır.

Biz kadınlar sırt sırta verdiğimizde kaldıramayacağımız dağ yoktur.

Ayvalık belediyesi 2017 yılında kadınlara hukuksal ve psikolojik destek veren bir merkez kurdu. Buranın kurulması için çok mücadele verdik.

6284 İstanbul sözleşmesi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi 

Aynı zamanda çevre mücadelesinin de aktivistlerindeniz.

Dünya sosyoloji kürsülerinde kadın intaharlarıyla anılan ilimiz Batman…sessiz sedasız katledilen kadınlara çığlık olduk, haykırdık.

Bursa’nın gerici ve muhafazakar bir yapısı var. 29 Aralık 2005 yılında 5 tekstil işçisi kadının yanarak ölmesi, Urfa Ceylanpınar’da yedi tarım işçisi kadının bindikleri kamyonetin devrilmesi sonucu ölmeleri bizi sokağa çıkardı.

Ayrıca Bursa’daki pembe vagon uygulamasına karşı protestolar yaptık.

Çocuk yaşta evliliklerin ve çok eşliliğin önünü açacak olan, Müftülüklerde nikah kıyma yasası

Havamızı, suyumuzu toprağımızı kirletmeyin.

Kızılca köylü kadınlar gündüz tarlada çalışıyorlar, Saat 16 dan sonra çadırlarda nöbet tutuyorlar.

Sendikalı oldukları için işten çıkarılan kadınlar, acı biber ayıklarken elleri parçalanan eldivensiz çalışmak zorunda olan kadınlar.

4o yıldır mücadele eden bir gelenekten geliyoruz, ya bir oluruz, ya bir bir yok oluruz.

Şu an cezaevlerinde anneleriyele kalan üç bin çocuk var. Kadın merkezlerimiz, sığınma evlerimiz kapatıldı, şehrin ortak hafızası yok edildi.

Korku ve endişe yaşıyoruz, ayrımcılığa uğruyoruz. Sokaklara çıktığımızda, sesimiz duyulsun istediğimizde “hain” damgası yiyor, engelleniyoruz. Yaptığımız eylemler basında yer almıyor.

Toplantılar kadınların evden çıkması için bir fırsat ama yine engellerle karşılaşıyoruz. Çocuk şenliği konulu toplantılara daha kolay geliyorlar. Grup çalışmalarını evlerde yapıyoruz ama bu da hiç kolay olmuyor. Hindistan kast sistemini yıktı, biz de yapabiliriz.

Ehlen ve Sehlen

Özellikle Arap Alevilerin yaşadığı Defne ilçesinde ve Samandağ’da işsizlik oranı çok yüksek buralara yatırım yapılmıyor. Erkekler yurt dışında iş aramak zorunda kalıyorlar. Suriye’de 11 yıldır süren savaştan en çok biz etkilendik. Sınırlar kevgire döndü. Mülteci kadınlarla sosyal uyum projeleri yaptık.

“Suriyeli bir kadın alır gününü gösteririm sana!!”

Kadın cinayetleri artmaya devam ediyor, yeni yıla yeni bir cinayetle uyandık.

Tecavüzü evlilik yoluyla durdurmayı amaçlayan yasa tasarısı ile mücadele ettik.

Bırakın somut eşitliği soyut eşitlikle bile baş edemiyoruz. Kürtaj, giyim şekli gibi beden politikalarına da yoğunlaşıyoruz.

8 mart ve 25 Kasım ötesine taşıdığımız ortak tepkilerimizle bir araya gelmek istiyoruz.

Belirli günlerde sokağa çıkarak Ereğli’de bu ruhu kazandırmaya çalıştık. Taciz, tecavüz, ensest, cinayet konulu atölyeler düzenledik. Maalesef burada, genç yaşta ölen madenci eşleri ve çocukları enseste maruz kalıyorlar. O kadar yaygınlaştı ve kabullenildi ki konuşmuyorlar.

Dava takipleriyle Kocaeli’nin yüzünü kadınlara dönmesini sağladık, kadınlar ciddi ön açıcı pozisyonlar aldı. Gebze cezaevinde yatan 9 yıldır üvey baba tacizine dayanamayan ve onu öldüren Nevin’in davası 23 Şubat’ta

Kayyum atanan belediyemizdeki kadın merkezi de kapatıldı, valilik feminist gece yürüyüşümüze izin vermiyor, bizi küçük bir çocuk parkına sıkıştırdılar ama kadınlar oradan çıkarak izinsiz gösteri haklarını kullandılar. Flormar buluşmaları yaptık. Gündelik reflekslerle sınırlı kalıyoruz maalesef. Siyasette kadın temsiliyetine dikkat çekmeye çalışıyoruz.

Muğla açısından bir ilk gerçekleşti ve tüm ildeki kadın örgütleri bir araya geldi. Bugüne kadar birbirimizin deneyimlerinden habersizdik. Datça-Bodrum en ücra köyde bile her 8 Mart’da bir eylem yapılıyor. Ulusalcı ve erkek siyaset “bu şimdi partiye zarar verir” diyerek eylemlerimize ve taleplerimize mesafe koydu.

Hayatlarımız parçalandı ve içine kapandı. Karadeniz’in yeşilini, doğasını, suyunu katletmek isteyenlere karşı durduk. Yerelin özgünlüğünü yitirmeden, herhangi bir siyasetin hegamonyasına girmeden bir araya gelmek istiyoruz. Sosyalist, feminist, anarşist ya da sadece kadın olarak ortaklaşalım istiyoruz.

Trabzon’da kadınlar erkeklerin gittiği kahveyi bastılar ve orada oturdular. Trabzon kadınların yönettiği bir şehir, Tabib odası, CHP, Çağdaş Yaşam derneği, Halk evi, Baro başkanları kadın. Trabzon kadın aklıyla yönetiliyor.

Bazen azalıyor, bazen çoğalıyoruz, siyasi istikrarsızlıktan doğan sorunlar yaşıyoruz ama varız, burası sanki açık bir cezaevi, göz altılar, tutuklamalar, medeniyetler şehri ama devletin kendini var ettiği bir alan aynı zamanda, kadının da farklı mücadele yöntemleriyle var olduğu yer.

Hukukçu kadınlarla birlikte çocuk istismarları takip çalışmaları yapıyoruz.

25 Kasım’da sokağa çıkmamız yasaklandı.

Genel olarak haklarımıza yapılan gasplar,

savaş,

Akademideki cinsiyetsizliğe karşı mücadele,

fiziki, ekonomik ve psikolojik şiddet,

Erkek egemenliğe karşı kurumsal örgütlenme,

Kadınların erkekler tarafından öldürülmesi

Farklılıklarımızın bizi ayırmasına izin vermeyelim!! Kadınlar birlikte güçlü!!

 

09/01/2019, Beşiktaş

Mitra,