Burası alışılmışın dışında, adeta Babil kulesinin son demlerine benzeyen bir kule şehir, kat üstüne kat çıkılmış. Turkuaz Çoruh’a nazır, Kafkasör yaylasına kadar yükselmiş. Başım dönüyor.

16/8/22
Tarlalar tütün sarısı, kış için hayvanlara ot biçilmiş. Tıraşlı saçları bir oğlan çocuğu gibi tarazlı. Önemli geçit yolları üzerinde bulunan Şavşat Ardahan arasındayız Yavuz köyde. Hepimiz burada yaşamayı hayal ettik. Kartal’a göre bu bölgenin en güzel yerindeyiz. Asıl yaz başında gelinmeliymiş, yemyeşil olurmuş buralar, “her taraf çipçiçek.” Doğa daha munis, açık ve güvenli. Evler birbirine yakın, tek başına uzun yürüyüşlere çıkılabilir. Sosyalleşebilirsin örneğin sinema günleri düzenlersin, bu ay İran filmleri, gelecek ay Güney Kore. Huzur evi de var, bungalovlardan mütevellit.

Kaybolduğumuz yaylalarda çocuklarla ahbaplık ettik. Fıstık ikram ettik onlara, Osmaniye yer fıstığı. İyi ki kaybolmuşuz, bir tek ağaç kalmayasıya çıkmışız yukarı. İnin dediler, geri dönün sağdan kıvrılın kıyın kıyın. Ladin, gürgen, kestane göresiye devam edin.

Şavşat’ın Cevizli köyüne vardığımızda öğlen olmuş, kutsal hayaletler saati çoktan başlamıştı. Kimsenin elini kolunu kaldıracak hali yok. Köy kahvesine sığındık, gölgeler dolu, iskambil oynuyor sakinleri. Sakineler de yine iş başında, bakkala bakan teyze ceviz yok dedi mahcup. Üç yıldır üşüyorlarmış, daha olmadan dışı kara çalıyor, içi ölü cenin gibi kuruyormuş ayakları karnında. Gürcülerin Orta çağda yaptığı serbest haç haç planlı Tibeti kilisesinin, harabeden hallice manastırın izini sürdük. Google ne biliyorsa biz de o kadarız.
Endurdun kaşlaruni, endurdun kaşlarinu babani mi öldürdüm.
Feci bir çevre kirlenmesi, pek çok yerde açılan hes’ler dağların, su kaynaklarının yapısını bozmuş. Üşüyen sadece cevizler değil, keyfi yok hiçbirinin, yukardaki yeşil gibi bakmıyorlar, canları sıkkın. O devasa plastik borular yakışmadı buralara. Tıpkı değişen coğrafya adları gibi.
Ha bu akan dereler denizlere (nasıl) ulaşır.
“Dere ıslahı betondan olmaz,” diyor Muco, Kartal onaylıyor, “taş var!”
Deriner barajı, Artvin-Şavşat karayolu üzerinde 249 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek, Dünya’nın 6. Yüksek barajı. Borçka’dan da geçecek ve Çoruh’a dökülecek.

Artvin’e uğrasak mı yoksa Hopa’ya kadar devam mı etsek? Eski bir dosttan haber bekliyoruz, oldukça eski bir arkadaş. Belki bir kahve içimlik onunla buluşacak, Artvin’de mola verecektik.
Sevdiğimu almazsam aldığımı severum, Neyedeyim dostlarım. Sevdim mi tam severim.
Geceyi Artvin’de geçirdik. Döne döne çıktık Artvin’in yokuşlarını vardık teraslardan adı Çardak olana. Burası alışılmışın dışında, adeta Babil kulesinin son demlerine benzeyen bir kule şehir, kat üstüne kat çıkılmış. Turkuaz Çoruh’a nazır, Kafkasör yaylasına kadar yükselmiş. Başım dönüyor. Oturduğum yerde dahi her an düşecekmiş korkusu yaşıyorum. Artvin’lilerin bu zor coğrafyaya rağmen şehirlerine duydukları aidiyet duygularına şapka çıkarıyorum. Bir masanın etrafında o gün tanışanlar, bir hafta önce tanıştıklarına memnun olanlar ve birbirini otuz yıldır görmeyen iki kadınla kendi halimize bırakılmadan türküler söyledik. Kutlanacak ne varsa kutladık, saz çaldı Artvin’li dostlarımız, bugüne kadar duymadığımız Karadeniz ve Gürcü türküleri, iyi ki bırakmadılar bizi.
Yaylalar bozulup da, bağlardaki hasat toplanmadan, kız hazırlığını tamamlamadan, velhasıl karşı dağlara kar yağmadan gidiyoruz.
Sisler ardından gelen çan sesleri, tezek kokusu, boşluğa bakan teraslar, tepeden tırnağa yeşil tüten dağlar, sevgili şöförümüz Kartal ve rehberimiz Kaçkarlı Viking Muco, hoşçakalın. Her şey için çok ama çok teşekkürler!
Algo se muere en el alma cuando un amigo se va.
Bu da İspanyol kuzenlerimizden gelen duygusu bize epey tanıdık, melodram yüklü bir ayrılık şarkısı.
Bir arkadaş gittiğinde ruhta bir şey ölür. Ve silinemeyecek izler bırakır.
Bütün vadi sessizliğe büründü biz giderken, hoşçakal Karadeniz.
Yelda Ugan S.
17/09/22, Gayrettepe