Her yer rengarenkdi çipçiçek.

Duvar tarlalarda köke sap olmuş kadınlar çay topluyor, lahana, fasulye, pazı ekiyorlar.

15/8/22 Pazartesi
Karadeniz’in en doğusu, Macahel’deyiz. Gürcistan’ın ufukta çizdiği sınıra iyice yaklaşmış ve zamansız bir anın içinde kala kalmıştık. Üzerimize inen buhar çisentiye çeviriyor, farkında olmadan yabani otlar gibi kırağı çalıyorduk. Utangaç kertenkeleler, kelebekler ve çiçekler güneşin rehberliğinden, bir o kadar da otoritesinden uzak yüzlerini sisler arasından gelen belli belirsiz bir ışığa dönmüş yapabileceklerinin en iyisini yapıyor, açıyorlardı. Her yer rengarenk çipçiçekti. Sarı,beyaz, mor kumarlar ya da orman gülleri. Yaylalar aniden bir masal sahnesinden çıkar gibi sisler arasından beliriyor, şeyler arasındaki tüm keskin çizgiler kaybolup varla yok arasında kalıyordu.
Dağlar kokuli dağlar, sevda okuli dağlar..
Hem sosyal hem ekonomik hayat, görünmez bir kadın gücünün sırtında. Erkekler için bu keyfiyet en azından artık iktisadi değil de sanki daha çok kültürel. Görev dağılımı çok net. Şehre gittiklerinde belki daha esnek olabilirler ama buralarda eski tas eski hamam. İremit adı Gürcüce‘den geliyor, dişi geyik manasında. Evinin adıyla müsemma Sevda hanım hafif ve esnek adımlarla yürüyor. Yürümüyor adeta süzülüyor. Ayak bileklerinde biten pantolon paçaları, sanki bir peri kızının dokunuşuyla değdikleri her yerde kusursuz bir iz bırakıyor. O, yeterki tahturlu odadan mutfağa, mutfaktan yeşil tüten sofaya bir kere salınsın. Temiz tertemiz bir ev, her yer sabun kokuyor. Sevda hanımın kocası ve kızlarıyla yaşadıkları 250 yıllık evlerinde uyandık bu sabah. Peynirden reçele, tereyağdan sütlaca, mıhlamaya, silordan, malaftoya, simindiye, taze fasulye turşusuna. Bitmedi, kuzinede patates, kara lahana, pazı kavurma, her şey güzel ve güleç yüzüyle Sevda hanım ve şürekasının eseri. Sabah bizi uğurlarken telaşsız acelesiyle, “çisenti olur,” diyor “en çok.” Ahıra yetişmesi lazımmış, bana, arkadaşlarıma, kocasına, hatta kendine bile mesafeli, toplantıya yetişmesi gereken bir iş kadını misali ahıra yürüyor. Dedim ya yürümüyor, süzülüyor.

Birbirlerinden uzak, çok uzak evler kaya diplerine kondurulmuş. Malum, ekilecek alan çok az. Duvar tarlalarda kökle sap olmuş kadınlar çay topluyor, lahana, fasulye, pazı ekiyorlar. Özel bir dilleri var. Uzaktan uzağa, kulaktan kulağa çalınan. Anlar anlamaz, bilir bilmez, ben de sesliyor, taklit ediyorum. Köyün delisi misali kimse oralı olmuyor.

Doğan ve Kartal neredeyse göz hizamızda uçuyorlar. Efeler köyüne yürüyoruz, uzak dağların konik tepeleri Gürcistan. İki yanımız diz boyu çortuk, fil kulaklı yaprakların yüzüne bakan yok, keçiler saplarına teşne. Birlik Avrupa Gürcistan ile çok derin ve kapsamlı bir ticari anlaşma yapmış. Ben duyduklarımın yalancısıyım, hani Putin’e diyorlar, Ruslara karşı filan. Önlem almak manasında. Ne olur ne olmaz. Gerisi anlaşma kadar derin bir mevzu. Türkler’e “gözünüzün üstünde kaşınız var, üzgünüz,” derken Gürcü’ler kolaylıkla alıyorlarmış vizelerini.

Lazlar serender diyor bizim nalyaya, mandalina, demir elması, ince hurma, mısır, kabak saklıyorlar buralarda. Artık biliyoruz, farelerden korumak için kalın direklere asılan ayaklı kiler evleri nerde olsa tanıyoruz.

Maral şelalesi 63 metreden tek bir kırılımla akıyor, nerden bakarsam bakayım ebem kuşağıyla göz göze geliyoruz. Şelaleye inen merdivenleri Murat bey yapmış, patika yolu da. Misafir karşılar gibi karşıladı bizi, doğruldu, çeki düzen verdi üstüne başına. Hayat ona güzelmiş. Öyle dedi Kartal, kırk yıllık ahbap gibi selamlaştılar. Ortancalar ekmiş girişe, bizimkiler hortensia dedi. Ne güzel geldi kulağa. Tanıdık bir tat gibi, az baharatlı gibi biri diğerinden, demek İspanyolcası benzermiş Türkçesine. Murat bey hem anlattı hem sepetini ördü biz gidesiye.

Ses veriyular, yalçın kayalıklar.
Bu maceralar parayla ölçülmez. İki milyon versen yaşanmaz.
Buranın yerli hayvanları burada güreşirler. Yusufeli, Ardahan, Şavşat otuyla tosun beslenir. Buranın otu nemli. Orda şimdi Temmuz Ağustos’un yoncasını otunu biçersin kışın verirsin hayvana yağlı otu. Ben burda bir ay oldu biçeli kurutamadım. Bunu yiyen tosunla onu yiyen bir midir?
Demirel gibi, mazot vardı da ben mi içtim. Başbakanım bu mazot işi ne olacak? Ben tanker miyim? Hahaha!!
Kivi var, yapana her şey var. Köyde çalışacaksın, beş dakika durmayacaksın. Hasat zamanı fasulye, lahana, armut, elma, böğürtlen toplayacaksın.
Karayemiş alın da! armut alın!
Ablam kalan karayemişleri iki peçetenin arasına sardı. Bin küsür kilometre yol gidecekler beraber. Enişteme götürüyor, en kuzeyden en güneye. Şekere iyi gelirmiş.
Yayla çolukla çocukla olur, sabah 5 te hayvana çıkacaksın.
Bir gün bir grup geldi, üç kere sordular, ne yemek var? boloki var dedim sonunda. Turp demek boloki. Turup turup haha haa!!.
Hep yağdı ya geç kaldı bu sene. “Nisan’da dedim herhalde bu sene fındık yok!” Mayıs ayında bir yürüdü.
Aşk kalmadı diyorsun. Sevgi yok...
Murat beyin sohbetine doyum olmaz, vedalaştık ve düşeyazdık yollara.
Yelda Ugan S.
15/09/22, Gayrettepe