Midilli Kuzey Rotası

Midilli adasına yaptığımız gezinin 3. bölümündeyiz, rotamız Yunan Rüzgarı yönünde*.

orpheus'un seçtikleri midilli ile ilgili görsel sonucu

Sabahın erken saatleri, Molyvos’dan Vafios yoluna saptık, oradan da Argennos ve Lepetymnos kasabalarını geçip Sykaminia’ya doğru yola koyulduk. Lepetimno dağlarından geçiyoruz radyoda The Animals’dan Don’t let me be misunderstood çalıyor, yollar dar ve virajlı. Yukarı doğru tırmandıkça zeytin ağaçları yerini asırlık kestane ağaçlarına bırakıyor, dik kayaların arasından arada bir açık denizi hatta Baba burnunu bile görebliyoruz. Karşı kıyı Türkiye… Skyaminia’nın içinden, dar ve taş döşemeli sokaklarından geçip Skala Sykminia’ya doğru döndük. Yol hala virajlı ama geniş. Zaten o kadar az araba geçiyor ki, geçse de nazikçe birbirimize yol veriyor, selamlaşıyor, yola devam ediyoruz.

m1.jpg

Mirivillis’in Deniz Kızı Meryem Ana romanına (Panagia i Gorgona’ya) ilham kaynağı olmuş kaya üstündeki küçük kilise yokuş başında karşılıyor bizi. Sonra gölgesinde kitaplarını yazdığı yaşlı dut ağaçları ve altındaki küçük tavernalar. Burada saatlerce oturup, sayfalar dolusu yazmak isterdim.

Meydandan kuzey batı yönünde, ormana doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Zaman zaman adanın çeşitli yerlerinde sıkça rastladığımız trekking yolunu işaret eden tabelalar gördük. Buradan, Molyvos’a ulaşmak üzere deniz kıyısı boyunca ilerleyen, Orta Çağ’dan kalma toprak bir yol varmış. Bakalım; belki bir daha ki sefere, Nisan Mayıs gibi ya da Ekim Kasım aylarında tekrar gelmek kısmet olursa…

P_20170623_124920_1_p-300x169.jpg

Goji cafe’de küçük bir kahvaltı yaptık, Öğlen yemeğimizi hakkında iyi şeyler  duyduğumuz Mirivili restoranda yemek istiyoruz. Zaten Goji de Mirivili’nin yanıymış, en yaşlı dut ağacının altında. Ordan gelen müzik sesi yine çok tanıdık, Rum aksanıyla söylenen Türkçe şarkılar, “Bir dalda iki kiraz”, “Aman anam gurbet bana zor gelir”, “Konyalım yürü”

images.jpegRestoranın işletmecisi Vangeli karşıladı bizi. Beyazlar içinde bir denizci gibi giyinmiş. Kırık, aksanlı bir Türkçe ile “yavaş konuşursanız sizi anlayabilirim” diyor. Gerçekten her yerde tavsiye edildiği kadar var. Ve uzo ile başlıyoruz, daha önce yeşilini denediğimizi ve baş ağrısı yaptığını söyleyince Vangeli bize smypnıo (simirio) getiriyor, simirna, İzmir’li kadın anlamına geliyormuş. Bu uzoyu Barbayani fabrikasına özel sipariş ile yaptırıyorlarmış. Başka yerlerde de bu marka uzo var ama Vangeli’lerin simirnası beyaz etiketli euzon olanmış. Biz çok sevdik, içimi rahat, sonrasın da rahatsız etmedi. Yemekler konusunda da Vangeli’nin bize tavsiyelerine uyuyor ve muhteşem lezzetli yemekler yiyoruz. Greek salata, kırmızı şarapla marina edilmiş ahtapot, zeytin, sarımsaklı karides, soğuk balık tabağı, kabak çiçeği dolması ve peynirli mini puf börekleri….Yanımıza iki tane de 20’lik simirnalarımızı alıp Vangeli ile vedalaşıyoruz.

Unknown-1.jpeg

Sykaminia’dan doğu’ya, geldiğimiz yönün tam tersi istikamete Klio’ya doğru ilerledik. Klio yol ayrımından da Tsonia sahiline. Yol aşağı doğru kıvrıldıkça, zeytin ağaçları yerini her iki tarafa da sapsarı kabak çiçekleriyle dolu bostanlara bırakıyor. Burası küçük, gizli bir koy, kumu kızılımsı. Koca sahilde tavanı kuru sazlıklarla örtülü küçük, salaş bir taverna var.  Ama buz gibi Alfa bira ve hafif bir müzikle servis çok iyi. Ada’da hiç bir yer olmadığı gibi burası da kalabalık değil ama boş da değil. Sakin, günlük alışkanlıklarını yerine getirir gibi denize giren, kumsalda sohbet eden oralı insanlar var etrafta, herkes birbirini tanıyor. Kaplıcaya girer gibi giriyorlar denize, sanki onlar için hem şifalı, hem kutsal. Huzurlu aidiyetlerini kıskanmadım değil ama gitmemiz lazım, daha görecek çok yer var!!

Dönüşümüzü geldiğimiz yoldan değil de Kapi, Pelopi, Stipsi üzerinden yaptık. Meydan kahvelerinde oturan, iki kasaba arasında yürüyen sakinlerle selamlaştık yolda. Dağ yolundan, gün batımını takip ederek Molyvos’a vardık. Yani adanın kuzeyinde küçük bir daire çizdik, otelimizden gün batımını kılpayı kaçırdık ama değdi doğrusu.

Bugün Petra’da sakin bir gün geçirmeye karar verdik. Sahilde kitap okuduk, güneşlendik ve denize girdik. Ama deniz kirli ve bulanıktı. Sigri ve Tsonia plajlarından sonra burası iyi bir seçim olmadı. Akşam üzeri otantik Petra’nın otantik çarşısında dolaşıp alışveriş yaptık. Petra Yunanca’da taş veya kaya anlamına geliyormuş. Kasaba bu adı köyün tam ortasında bulunan 35 m yüksekliğindeki kayadan almış. Kayanın üstünde 114 basamakla ulaşılabilen Panagia Glikofilusa adında bir kilise var, sevgiyle öpen Meryem Ana anlamına geliyormuş. Biz hava çok sıcak olduğu için 114 basamak çıkmaya cesaret edemedik ama eminim muhteşem manzarasıyla görülmeye değerdi.

P_20170623_124920_1_p-300x169.jpg

Akşama daha önce rezervasyon yaptırdığımız Moliyvos’daki Trienada restorana gittik. Geleneksel Yunan müzikleri dinlemek, sirtaki izlemek istiyorduk ama Petra’nın sahili gibi burası da bizi hayal kırıklığına uğrattı. Ramazan bayramının birinci günüydü ve turla gelen konukların şikayetleri, siparişleri yetiştiremeyen garsonlar…ilk defa adada stresli ve telaşlı insanlar gördük. O yüzden bayramlarda, ya da Türkiye’deki tatillerde Midilli’ye gitmek isterseniz popüler yarlerden uzak durun.

Unknown-2.jpeg

Adanın Gera ve Kalloni olmak üzere iki büyük körfezi var. Biz bugün Kalloni körfezi üzerinden Vatera’ya gidiyoruz. Petra’dan Kalloni yolunu takip ederek Skala Kalloni’ye geldik. Burası ince kumlu uzun bir sahil. Şirin bir meydanı, küçük ortodoks kiliseleri, tahta masalı tavernalarıyla çok samimi. Sahilde “Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler” diyen Yunan düşünür Aristo’nun küçük bir büstü var. Aynı büstü Assos’ta da görmüştüm. Aristo Hocası Platon öldükten sonra Atina’yı terk etmiş ve önce Assos’ta sonra da Midilli’de yaşamış. Her iki kıyıya da iz bırakmış kadim filozof.

Unknown.jpeg

Vatera Midilli’de, prinç kadar minik çakıl taşlı, 7 km uzunluğundaki sahili, tertemiz, pırıl pırıl deniziyle en sevdiğim plajlardan biri oldu. Vatera’ya gelmek için Skala Kalloni’den Achladeri’ye kadar bize Kalloni körfezinin güzel manzarası ve su kuşları eşlik etti. Oradan içeriye, Vassilika ve Polichnitos kasabalarını takip ederek sahile ulaştık. Sahil boyunca sıralanmış salaş balıkçılardan birine oturduk. Akpoyialı restoran, burayı da bir aile işletiyordu. Baba, siparişlerimizi aldı, kızları kasada duruyordu; içerde, mutfakta da neredeyse üç nesilden kadınlar yemek yapıyorlardı. Adada karşılaştığımız en az Türkçe ve İngilizce bilen insanlardı. İyi ki bilmiyorlardı, iyi ki her şeyi yanlış getirdiler. Yediğim en lezzetli balıklar, mezeler buradaydı. Anlaşamadığımız için fazladan gelen yemekleri de paket yapıp yanımıza verdiler. Bir de paketin içine ev yapımı yarım ekmek koymuşlardı.

P_20170625_202116_1_p-169x300.jpgKıyıdan Plomari’ye gitmek istedik ama o tarafa Vatera’da yol yokmuş, ya da eskiden var olan bir yol şimdi kullanılamaz durumdaymış. Biz de geldiğimiz yoldan geri döndük. Vassilika yol ayrımından mis gibi çam ve kekik kokularıyla Agiassos’a doğru yola koyulduk. Köye yaklaştıkça kalın gövdeli büyük zeytin ağaçları çamların yerini aldı, ağustos böcekleri de kuşlara bıraktı sözü.
Burası 475m yükseklikte. Yayla gibi, bir anda sıcaktan eser kalmadı, hatta biraz üşüdüm bile. Arabayı köyün girişine bırakıp taş döşeli yollardan yukarı doğru yürümeye başladık ki seramik eşyalar satılan dükkandan birisi çıktı ve ısrarla bizi içeri çağırdı. Adada ilk kez böyle bir ısrarla karşılaştık. Maalesef 2014 yılında seramik fabrikası ya da atölyesi üretimi durdurmuş ve bu kalanlar da son mallarmış, “aldınız aldınız bir daha bulamazsınız” a daha fazla dayanamayıp bir kaç parça seramik küllük, magnet, kahvaltılık kaseler aldık.

P_20170625_194412_1_p-300x169.jpg

Köyün en tepedeki meydanına kadar çıktık. Buradan manzara çok güzeldi. Bu kadar yokuş çıkmamıza değdi doğrusu. Her evin önünde bazen yalnız bazen birkaç kişi sandalyede yada bir duvar çıkıntısının üstüne oturmuş kadınlarla selamlaştık. İstanbul’dan geliyoruz dedikçe bize Konstantiniye ha! Diyerek gülümsediler.
Köy, heybetli Olympos dağının eteklerinde, rivayete göre de 4. yy da yapılan Meryem Ana kilisesinin etrafına kurulmuş. Kilisenin büyük, labirentli bir avlusu, içinde de Ayasos’un tanıtıldığı bir halk müzesi var.

IMG-20170624-WA0049-300x169.jpgKilisenin üst tarafında oldukça hareketli kalabalık bir meydana çıktık. Pazar günü olduğu için mi bilmiyorum meydandaki kahvelerde oturan herkes çok şık, elbiseli, etek buluzlu, inci kolyeli, inci küpeli, saçları topuz kadınlar. Kumaş pantolonları askılı, ütülü gömlekli, bastonlarına dayanarak oturan erkekler. Sanki Ayasos’lular, birazdan başlayacak olan bir töreni fuayede bekler gibiydiler.
Ben sakızlı kahvemi Mehmet Alfa birasını içinceye kadar biz de katıldık onlara. Adanın ünlü ladori peynirini de buradan aldık. Her taraf yemyeşil, dev kestane ağaçları ve meyve bahçeleriyle dolu, dallarda kirazlar, şeftaliler. Meydanda yaşlı bir amcadan da armut aldık. Ellerini göğsüne koyup panora dedikçe anladık ki armutlar amcanın bahçesinden.

  • Marco Polo’nun seyahatnamesinde Kuzey Doğu yönüne verdiği isim.

Yelda UGAN

09/05/2019, Beşiktaş