“Hatta tavşanlarla ilgili uzun uzun bir şeyler anlatıyorum ona o gece ama hatırlamıyorum şimdi. Yanında susacak kadar iyi tanımıyorum onu, içimdeki sürekli konuşma ihtiyacı bundan. Sonra susacağım ama, bir kaç ay sonra.” (syf80)
Ekim 2018’de Hep Kitap yayınevi basmış, ArtıkAranmayanlar Gezegeni’ni. Kısa bir süre içinde de dördüncü baskısını yapmış. Yazar Sevinç Erbulak, çocukluğumun tek kanallı, iki renkli televizyon ekranlarından tanıdığım tiyatrocu Füsun ve Altan Erbulak’ın kızları.
Sanki yazar hayal kırıklığına uğramış, kafası karışmış, hayallerim, mutluluklarım, yaşanmışlıklarım derken bir yere kapanmış, kapatmış kendini; yazmış da yazmış. İyi ki de yazmış, cesurca, samimi ve suya sabuna dokunarak yazmış. Bu sürece tanıklık etmek isteyen herkese de izin vermiş, bile isteye kapıyı aralık bırakmış. Çocuklar ölüyor, kadınlar öldürülüyor demiş.
“…zaten alışmasa ne farkeder ki? Burası varlıklarıyla yoklukları bir olanların gezegeni, İnsaf yahu diyor birden. Nasıl fark etmedi beni? Nasıl fark etmedi kopup gittiğimi?” (syf8)
Diyelim ki, kaybolanlar, zamansız ve mekansız bir yerde, galakside herhangi bir gezegende buluştular. Ya objeler kendi aralarında konuşuyorlarsa, eşyanın bir hissi varsa, olmalı mı? Olmalı ki gezegenin müzesinde insanlardan arda kalan ne kadar yazıya dökülmüş anı varsa ilgiyle okur, sonuna kadar okusunlar.
“Orası içinde binlerce yıllık günlüklerin saklandığı çok özel bir yer, bir tür mabet diyorum. İnsanları düşün. Biliyorsun artık yoklar. Bundan binlerce yıl önce yaşamış insanların tuttuğu günlükler bulunmuş bir vakit önce. Hemen hemen hepsi yarım, hepsinin sayfaları eksik, tıpkı bizim gibi..” (syf16)
Firari belleğimizde anılar, hatıralar ne durumdalar? Koyduğumuz gibi mi duruyorlar? Yoksa bizimle beraber onlar da mı büyüyor, değişiyor? Şu çok yakınken, çok uzaklaşanlara ne demeli? İyi hatırlamadığımız dönemler, en çok istenenler, en kolay gözden düşenler…sıkıldığımız eşyalarımız gibi anılarımızı da geri dönüşüm kutularına atıyor muyuz? Ya dönüştüremediklerimiz?!
“Hafızam koca bir kuyu. Jeanette Winterson’ın dediği gibi biz değişip geliştikçe anılarımız da değişip gelişir. Anılarını her anlatışlarında tek kelime eklemeyenler öylece duruyor demek zamanda. Yazık!” (syf20)
Kitabın içinde bir de sürpriz var; kutunun içinden bir kutu daha çıkması gibi. Adına epigraf deniliyor galiba bu edebi alıntılara, ben her türden yazılı eserde bu alıntıları çok seviyorum. Yazarın Haruki Murakami’ye duyduğu hayranlığı da anlıyoruz böylece. Kitabın her bölümü Japon yazar Murakami’nin 1Q84 Kitabından alıntılarla başlıyor. Duyduğuma göre her alıntının belli bir kelime ölçüsü varmış ve Sevinç Erbulak bu ölçüyü aşmış. Haber Japonya’ya kadar ulaşmış, böyle böyle demişler Murakami’ye, Türkiye’den tiyatrocu bir yazar demişler…tevazu göstermiş o da, sorun yok demiş. Kim bilir Murakami belki de 1Q84 romanında yazdığı gibi “Yalnızlık asit haline gelerek insanı eritir. Yalnız olduğumu düşünmüyorum. Tek başınayım ama yalnız değilim.” de demiş olabilir.
Yelda UGAN
20/02/2019, Beşiktaş
demek biz birbirimizi yan yana susacak kadar iyi tanıyoruz… her buluşma öncesi hadi yine birlikte uzun uzun susalım dememiz bundan….
BeğenLiked by 1 kişi
Onu oraya, yazının en başına tam da bu yüzden koydum…sana, senin için, sen okuyasın diye:))
BeğenLiked by 1 kişi