Saraybosna

Belli Belirsiz’in bir konuğu var bugün, Saraybosna gezi yazısıyla sevgili Esen Özbay

 

“Bir Yol, Bir Yola

Yollar İnsana Ulaşıyorsa

Yol da Bizim Yolcu da…”

Tayfun Talipoğlu, Yol Hikayeleri’nden

9ad7af5a-1745-4823-8688-408d89584a90
Saraybosna Katolik Kilisesi, toplu katliamlardan biri de karşı tepelerden atılan  havan toplaryla  bu kilisenin önünde gerçekleşmiş.

Her çıktığımız yolun bir hikayesi vardır. Ya yaşadığın ya da bilinç altının seni çağırdığı bir seste saklıdır o hikaye.

Bugün 30 Ağustos, İstanbul Havaalanındayım, saat sabahın 05:00’i, yolculuk Saraybosna’ya. Sevgili arkadaşım Neziha ile birlikteyim. Onunla ilk yurt dışı gezimiz ama daha da önemlisi ve ikimizi de heyecanlandıran gideceğimiz topraklardaki savaş yıllarını benzer duygularla hatırlıyor olmamız.

a348d211-3964-4743-b0cf-510da0e7a55b
Barış Ateşi anıtının önünde, bu ateş hiç sönmesin

Saraybosna’nın çağrısı bana geldiğinde on iki yaşındaydım. Yıl 1992, ortaokul öğrencisiydim, hayat sıradan, çocukça  ve eğlenceliydi benim için. Ta ki her akşam annem ve babamın sessizce oturup izlediği saat 20:00’deki akşam haberlerinde kulak kabartıncaya kadar. Haberler Saraybosna’dan, Bosna-Hersek’den geliyor, içimi çok acıtıyordu. Teneffüslerde okulun bahçesinde koştururken, matematik dersinde tahtada bir problem çözerken, yazılılara çalışmak için çekildiğim köşede, okul çıkışı benimle yürüyen son arkadaşımla da vedalaşıp yalnız başıma Sarıyer sırtlarındaki evimize, yokuş yukarı tırmanırken orada yaşanan savaş aklımdan hiç çıkmıyordu. Babamın düzenli olarak her gün aldığı günlük gazetelerde bile önce Saraybosna haberlerini okuyordum. Yine bir gün bu gazetelerin birinde Saraybosna’da yaşayan bir kız çocuğunun günlüğü yayınlanmaya başladı. Çocuk benim yaşımdaydı.

Her Gün babam içeri girer girmez koşarak onu karşılıyor ve elinden kaptığım gazeteyi sessizce okuyabileceğim bir köşeye çekiliyor Saraybosna’lı kızın günlüğünü okumaya başlıyordum.

Acılarını an be an ben de onunla beraber yaşıyor, tüm duygularını ta iliklerime kadar hissediyordum. Geceleri artık sadece o kız çocuğu için dua ediyor, savaşın bitmesi için her gece Allah’a yalvarıyordum.

Sabah 08:00 gibi yemyeşil bir vahanın içindeki Saraybosna Havalimanı’na indik. “Bir şehir hem bu kadar hüzünlü hem de nasıl bu kadar yaşam dolu olabilir?” diye düşündüm. Otobüsle şehir merkezine doğru ilerlerken rehberimiz yıkık dökük binaların üzerindeki kurşun deliklerini gösterdi.

82391d7f-f1b4-4d59-9360-1b5ac720d749
Osmanlı Baş Çarşı

İlk durak şehir merkezi ve Osmanlı Çarşısı. İnce bir ustalıkla dövülmüş bakır cezvelerin, tabak çanakların seyri doyumsuz. Ağırdan alıyor, yavaş yavaş yürüyorum. Tadını çıkarmak istiyorum çünkü, bu küçük ve rengarenk dükkanların. Çarşıda dolaşan insanların zamanla uyumlu halleri olmasa, cep telefonları mesela, kot pantolonları, İngilizce yazılı tshirtleri filan kendimi zaman makinasına atlamış ve 500 yıl öncesine gitmiş gibi hissedebilirdim. Savaşa rağmen buralar bozulmamış ve doğallığından hiç bir şey kaybetmemiş.

Nehrin karşısındaki İnat Kuça evini gösteriyor rehberimiz bize, uzaktan bakıyoruz. Şimdilerde restoran olmuş. Adı gibi hikayesi de İnatçı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu Kuça’nın evini belediye binası yapmak istemiş ama gerçek adı bilinmeyen  bu inatçı Boşnak evini vermek istememiş, direnmiş. Daha sonra evi hiç bozulmadan şimdiki yerine taşınmış ve “inat evi” olarak şehrin sembollerinden biri olmuş.

2ca4c0ec-833b-490e-9231-a71208614cdd
İnat Kuça Evi

 

Şehrin içine doğru savaşın izleri artıyor. Sacred Heart Cathedral‘inin önündeyiz. Karşı tepeden atılan havan toplarından biri buraya düşmüş ve maalesef çok sayıda insan ölmüş. Savaşın sonraki kuşaklara ibret olması, unutulmaması için bir çok anıt yapılmış. Cathetral alanı da aynı nedenle içi kırmızı boyalı dikdörtgen bir çember içine alınmış. Üzerine basmak yasak, önünden geçen insanlar kısacık da olsa duruyor ve başları önde dua ediyorlar. Evlerdeki kurşun ve top izleri tamir edilmemiş. Savaş esnasında yakılan huzurevi olduğu gibi bırakılmış.

Biraz savaştan bahsetmek gerekirse Bosna Hersek Sosyalist Yugoslavya Federasyonunun dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni devletlerden biri. Ülkede Boşnak’lar, Hırvat’lar ve Sırplar’dan oluşan üç etnik grup var. 1991 yılında önce Slovenya daha sonra Hırvatistan Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1992 yılında Yugoslavya’dan ayrılmak için Bosna Hersek de bir referandum düzenlendi. Fakat bu referanduma ülkede yaşayan Sırp’lar katılmadı ve referandumu protesto ettiler. Referanduma katılan Boşnak ve Hırvatlar’ın yaklaşık %98’i bağımsızlık için EVET oyu verdi. Bosnalı Sırplar ve Sırbistan referandum sonucunu kabul etmeyip Bosna Hersek’e savaş açtı. Savaş tüm dünyanın gözü önünde inanılmaz bir vahşete, toplu katliamlara sahne oldu maalesef. Lahey Adalet Divanı bu katliamları soykırım olarak kabul etti.

67fc70b5-78ea-41aa-b28e-869eb09ae0d9
Dokusuyla mekan sarıp sarmalıyor beni.

Yoksul ama mütevazi yaşam tarzıyla huzurlu bir şehir, biraz da suskun, ölçülü. Yemyeşil tepelerin ortasında, her adımı tarih kokan muhteşem bir doğaya sahip. Belki de güzelliği yüzünden savaşlar ve felaketler bir türlü peşini bırakmamış bu şehrin. 1 Mart 1992’den 14 Aralık 1995’e kadar savaş aralıksız sürmüş, yüz binin üzerinde insan hayatını kaybetmiş. İki milyon kadar insan da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış. Savaş sırasında Şehir çepeçevre sarılmış ve karşı tepelerden yapılan saldırılara maruz kalmış, uygulanan silah ambargosu da cabası. Boşnak’ların savaş tüneli kazıp dışarıyla bağlantı kurmaları sağlanıncaya ve yardım alıncaya kadar bu böyle sürmüş.

 

Şehir turu bittikten sonra saat 16:00 civarı tur otobüsü bizi aldı ve otele giriş yaptık. Biraz dinlendikten sonra akşam tekrar Saraybosna sokaklarına çıktık. Buralara gelinir de Boşnak böreği yenmez mi? Hem de porsiyon porsiyon yenir. İçindeki malzemeden mi, odun ateşinde piştiğinden mi nedir bilinmez ben daha önce “börek” yememişim!! Etraf nargile cafelerle dolu, kadınlı erkekli üflenen nargilelerin kokusu tüm sokağı sarmış. Bizde bir cafeye oturduk ve Türk kahvesi söyledik, kahveler bakır cezvede lokum ve boş, zarif bir fincanla geldi. Kahve de odun ateşinde pişirilmiş olmasına rağmen kıvamlı değildi, hafifti, lezzetliydi ve mis gibi kokuyordu.

3e732681-0544-4cb2-a392-2dc9e5aa8a00
Latin Köprüsü, ilk Dünya savaşı bu köprünün başında, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht Prensi Franz Ferdinand’a yapılan suikastla başladı.

 

Belki farkında bile değiller ama insanların bakışlarında sert bir yüz ifadesiyle kapatmaya çalıştıkları hüzünlü bir mesafe var hala. Ama sanata ve spora tutkuyla sarılmışlar. Sokaklarda, kaldığımız otelde sık sık spor takımları olduğu anlaşılan gruplarla karşılaştık. Belki bir turnuva vardı şehirde, belki bir müsabaka.

Tüm gün dolaşmaktan çok yorulduk, nerdeyse 20.000 adım atmışız bugün. Oda arkadaşımla artık uyuyalım bakışları atıyoruz birbirimize. Yarın da yoğun bir program bekliyor bizi, Mostar’a gidiyoruz. Neretva Nehri üzerindeki yaşlı bir kadının gerdanlığı gibi duran Mostar Köprüsüne. Orası da savaştan nasibini almış ama köprünün hikayesi başka bir sefere.

 

Esen Özbay,

30/11/19, İstanbul

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.