İçine aldığı üst dudağını bir süre ağzında tuttuktan sonra bakışlarını adamdan uzaklaştıracak ve sahte bir öksürüğün yardımıyla istese de gülmesini durduramayacaktı. İyice sinirlenen adamın gözleri kocaman açılacak, “ne yani, bir tek ben mi gülecek bir şey bulamıyorum burada!” diyerek bir hışımla kalkacaktı masadan.

Kaygılı ve hayli sıkıntılı bir tavırla ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. Elinde, az önce muhasebeden verdikleri fatura iyice kırışmış, yer yer terli parmaklarını maviye boyamıştı. Ne diye elinde tutmuştu ki.
Özenle katlayıp koyu kahve rengi pantolonunun cebine koydu. Ellerini arkadan bağlayıp ileri geri küçük adımlarla yürümeye başlamıştı ki kehribar damarlı mermer koridorun sessizliğini karşısından gelen, lacivert formalı iki kadının ayak sesleri bozdu. Ona mı öyle gelmişti yoksa gerçekten o iki kadın birbirlerine fısıltıyla bir şeyler söylemiş, göz ucuyla kıkırdayarak kendisine mi bakmışlardı? Alışkanlıkla saatine baktı. O sırada biri gelse ve “saat kaç” diye sorsa, dirseğini kırar ve fitilli kadifeden ekru ceketinin altında kalan kol saatine bir daha bakardı. Yürümekten vazgeçti, hevesi kaçmıştı. Kiremit rengi iki büyük toprak saksıda, nerdeyse boyuna kadar uzanan, gerçek olamayacak kadar parlak benjamin dallarını aralayarak pencereden aşağıya, bahçeye bakarken, keşke oğlanı getirmeseydim diye geçirdi içinden. Rezalet! Yapacak bir şey yok, “gelin alın,” demişlerdi okuldan, arabada, annesine gidiyorken. Huzurevinden arayıp “lütfen annenizi gelin alın” demelerinden yarım saat sonra. Müdür yardımcısı disiplin cezası verecekmiş, elli kere uyarmışmış… lacivert blazer ceketin içine beyaz tshirt veya beyaz gömlek giyilecekmiş. Burası ciddi bir okulmuş.
Elinde olmadan, tamamen refleks bir hareketle dalından koparmadan yapraklardan birine tırnağını geçirdi. Oysa yemin edebilirdi plastik olduklarına. İki kere denemişti, belki yerini beğenmemiştir diye iki ağır saksıyı da evin her tarafına, alabildiğine zahmetli bir şekilde taşımış ama ikisini de yaşatamamış, iki Benjamin de kuruyup gitmişlerdi. Karısının mutfak penceresinin taraçasında tuttuğu o narin menekşeleri, kah kızgın güneşin altında, kah dondurucu soğukta inatla yaşamaya, yapraklarından yeniden hayat bulmaya devam ederler arsızca çiçek açarlardı. Karısı onlara teşekkür eder, kocasına da nispet yapar gibi göstererek, “üç gündür kulaklarına fısıldıyor, çok özledim diyordum. Bak gördün mü? Kırmadılar,” derdi mor çiçekleri göstererek.
İlgiymiş, hıhh! Biraz da oğlanla ilgilense ya! Kulağına mı fısıldar artık, avazı çıktığı kadar bağırır mı ki bu konuda da üstüne yoktur. Ama yok! Ben devir alacağım bu işi, her sabah okula giderken kontrol edeceğim, bakalım serseri gibi çıkabiliyor mu evden.
Adam annesinin çıkış belgesinin müdür tarafından imzalı bir kopyasını hemşireden aldı ve kadına, bankanın gönderdiği kişisel gelişim kurslarından ya da yeni adıyla atölyelerinden öğrendiği gibi yaka kartında yazan adıyla hitap ederek teşekkür etti. Bunun için boy fakiri kadına doğru biraz eğilmesi gerekti. Hemşire adamın nezaketi karşısında kibarca gülümsedi. Arkasını dönüp koridorda koşar adım ilerlerken aniden çıkan kahkahasına engel olmak için elini ağzına götürdü.
Akşama adam, huzurevi müdürünün, “bu seferlik aramızda kalsın” diyerek, antetli kağıda göstermelik bir ciddiyetle hazırladığı raporu mutfaktaki yemek masasına fırlatacak ve Yemin ederim böyle oldu diyecekti karısına, “rezil olduk.”
Kadın, büyük bir ciddiyetle kayın validesinin raporunu bir kaşını kaldırarak okuyacak:
“Kurumumuzda misafir olarak kalan çok kıymetli annenizin bir süreliğine kurum dışında her nereye gitmek isterse giderek ivedilikle hava değişimine maruz kalması, konularında halihazırda uzman olan hekimlerimiz tarafından uygun görülmüştür. Zira özverili personelimiz dahil tüm misafirlerimize verdiği çöpçatanlık hizmetleri onu ziyadesiyle yormuş, bitkin düşürmüştür.”
İçine aldığı üst dudağını bir süre ağzında tuttuktan sonra bakışlarını adamdan uzaklaştıracak ve sahte bir öksürüğün yardımıyla istese de gülmesini durduramayacaktı. İyice sinirlenen adamın gözleri kocaman açılacak, “ne yani, bir tek ben mi gülecek bir şey bulamıyorum burada!” diyerek bir hışımla kalkacaktı masadan.
Kıvrılarak inen merdivenlerden katlar eksildikçe ateş tuğlasıyla örülü bahçe duvarı büyüdü, büyüdü ve arkasındaki binalar görünmez oldular. Bahçeye açılan kapıya, nerdeyse kapının tamamını kapatacak kadar büyük bir ilan yapıştırmaya çalışan iki görevli kenara çekilerek adama yol verdiler.
İlanda şöyle yazıyordu: Lütfen öz geçmişlerinizi buraya, danışmaya bırakmayınız. Zira kurumumuz izdivaç konusunda herhangi bir hizmet vermemektedir. Posta, kargo veya kuryeyle gelen cv’ler imha edilecek, telefonlarda hiçbir açıklama yapılmayacaktır. Söz konusu kişi kurumumuzdan ayrılarak, başında bulunduğu departman kapatılmış, hiçbir şekilde yerine yenisi gelmeyecektir.
Adam yukarda, müdire hanımla sanki konuşmamış ve bütün bu olan bitenlerden annesi sorumlu değilmiş gibi okuduklarına hayret etti. Arkasını döndü ve bahçeye attığı ilk adımında annesinin, “aman dikkat et evladım,” demesine kalmadan bir su birikintisine giren sağ ayağı çorabına kadar ıslandı. “Bir bu eksikti,” diyerek okkalı bir küfür savuracaktı ki annesiyle göz göze geldi, vazgeçti. Tuttu kendini. Annesi ve oğlunun yaptığı gibi duvara arkasını verdi, derin bir nefes aldı ve “hadi gidiyoruz” dedi ikisine de. Oğlan babanesine elini uzattı. Kadın bir eliyle oturduğu ahşap sandalyenin kolçağını diğeriyle de torununun elini tuttu ve birbirlerine belli belirsiz gülümsediler.
18/01/21, Bitez
Yelda Ugan S,
Çok beğendim
BeğenLiked by 1 kişi