Arcos de la Frontera

Hayali bir harita çizin/ Gitmeyi hedeflediğiniz yeri işaretleyin./ Haritanızı takip ederek gerçek bir sokakta yürüyün./ Haritaya göre olması gereken yerde bir sokak yoksa, yolunuzdaki engelleri kaldırarak bir sokak yaratın./ Hedefe ulaştığınızda, kentin ismini sorun ve karşılaştığınız ilk kişiye çiçek verin.

Yoko Ono 1962

 

img_4470
portakal kokulu taş sokaklar,

 

26/01/2020

Endülüs bir şiirse, beyaz köyler de onun nakaratlarıdır.

Pueblos Blancos‘lar, yani Beyaz Köyler, isimlerini Mağribilerin sivil mimarisinden miras kalan beyaz badanalı evlerinden almışlar. Endülüs’teki son durağımız Sevilla, bugün oraya giderken Cadiz‘le Sevilla  arasında kalan Arcos De La Frontera‘yı ziyaret edeceğiz. Burası Cadiz ilindeki 28 Pueblos Blancos’ların en ünlüsü olmasa da en güzel Beyaz Köylerinden biri. Guadalete nehrine bakan, kireç taşından bir yamacın tepesine oturtulmuş. Suya yakın, açık araziye ve tarlalara bakan, hayra alamet bir leylek yuvası gibi.

8418c6e8-7119-4f4b-9409-59fe16a62f5f
Merdivenli sokaklar

İspanyolca‘da Arcos kemer, Frontera da sınır demek. Tıpkı Toledo‘da doğup etrafını saran, Lizbon‘da Atlas Okyanusu‘na dökülen Tejo nehri gibi burası da Guadalete ile, muhtemelki istilalara karşı nehirden bir kemerle çevrilmiş.

Yokuş başında arabamızı bıraktık ve portakal kokuları içinde yüzen taş döşeli sokaklarda uzun bir yürüyüşe başladık. Yolda yine en sevdiğim şeylerden birini yaptık. Hiç mevzu değilken öyle aniden bir bara girdik ve mezesi iri yeşil zeytinler olan şerilerimizi ayak üstü içtik. Fondaki müzikle dans eden garson kadından ve neşeli Arcos’lulardan bize de bulaşan “yaşamak ne güzel şey!” modumuzla yola devam ettik. Güneşin her bulduğu boşluktan girerek gölgelerle acurlar çizdiği evlerden, pencerelerden gözümüzü alamıyoruz. Artık bizde köylerde bile kalmayan el örgüsü dantel perdelere, daracık nişlere konmuş saksılara, porselen biblolara bildik bir hayranlıkla bakarak Katedrale kadar geldik. Köyün en yüksek yerindeyiz, hava nerdeyse 18 derece, ferforje parmaklıklarla çevrili terastan nehrin üzerindeki demir köprüler, uçsuz bucaksız tarlalar ve zeytin ağaçları güneşin altında parlayan bir deniz gibi belli belirsiz dalgalanıyorlar.

img_4441
Harry Potter’in baykuşu Hedwig aşkına,

Burası aynı zamanda Cebelitarık boğaz hattı üzerinden gelen kuşlar için de göç yolu. Ara ara gökyüzünde seslerini de kendilerini de tanımadığım bir sürü kuş görüyorum ama şu kıl çadırın altında cadı okulu Hogwarts‘dan emekli olmuş gibi somurtan baykuşları tanıyorum. Beyaz badanalı evler gibi onlar da buranın sembollerinden biri. İçinde gezinmeyi, loş ışıkta tozlu raflarını karıştırmayı çok sevdiğim, tuhafiyeden bakkaliyeye yani sakızdan dikiş iğnesine kadar ıvır zıvırla dolu küçük dükkanlarda baykuş desenli thsirtler, kartpostallar ve minik heykeller var. Ivır zıvır dediğime bakmayın aynı dükkanda papirüs kağıda çizilmiş köyün kemerli sokaklarından birine ait orijinal imzalı bir kara kalem çalışması bile buldum orda. Kartpostalların arasına saklanmış, nasıl olduysa beni beklemişti.

Yola çıkmadan önce çok lezzetli ama ilk kez İspanya’da bu kadar ağır bir yemek yedik, callos con garbanzo, yani nohutlu işkembe ve yanında albandiga de mariscos, yani deniz ürünleri köftesi. Son olarak yemeğin üzerine de tatlı olarak puding, ve şeri gibi bir içecek olan pedro ximenez. Belki de karıştırmamak gerekiyordu, ya deniz ürünleri ya işkembe, ama oldu bir kere. Nohut da cabası, bir tutam kimyon olsaydı bari!

 

Yelda Ugan Saltoğlu

14/03/2020, Beşiktaş

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.