İkimiz de sırayla kitabı orta yerinden açıp, dini bir ritüel yerine getirir gibi sarı sayfalarını içimize çekerek kokladık. Meltem Bodrum’a gelirken bir sahaftan almış kitabı, ikinci el kitap satan bir tezgahtan belki. 1982 basımı, ilk sayfası kopmuş ama düşmemiş, kapağın altında güvendeydi. Diğer sayfalar da yerli yerinde, hiç eksik yoktu. İkimiz de yazarı tanımıyorduk.
Ertesi gün sahilde kitabı elimde gören Alev “Aaaaa Dürenmatt!!” diye bir çığlık attı. ( Dügınmat gbi bir şey dedi, ben de denedim bir kaç kere ama onun gibi söyleyemedim) “Meltem’in” dedim “gidene kadar bitiririm diye aldım elinden, daha bir kaç sayfa okudum….ismi çok güzel ama değil mi?” “Ya!..biz lisede Dürrenmatt’ın oyunlarını sahnelerdik!” diye başladı anlatmaya,
Almanya’da öğrencilerin Dürrenmatt okuması, her sene bir oyununu sahnelemeleri zorunluymuş. Alman dilinin en önemli yazarlarından biri olarak bilinirmiş çünkü. Yani müfredat gereği bir zorunlulukmuş bu ama Alev’in anlattığına bakılırsa böyle bir mecburiyet dostlar başınaymış.
Dürrenmatt, “iktidarı anlatmak için en iyi yol basit bir mahalle bekçisine bakmaktır.” demiş. Burada da aynı şeyi yapıp sıradan bir insan olan Arnolph Archilochos üzerine kurgulamış hikayesini.
Archilochos, ilkeli, prensipleri olan kırkını aşmış bir adam. Hiç evlenmemiş, hatta eline kadın eli bile değmemiş. Et yemiyor, ağzına alkollü bir şey sürmüyor, sadece süt ve soda içiyor. Sayman yardımcı yardımcısı olarak çalışıyor. Eline geçen üç kuruş parayla bir de haylaz kardeşine ve onun çocuklarına hatta kardeşinin metresine bile bakıyor. Karanlık bir tavan arasında onu uykusundan sık sık uyandıran sifon sesi içinde yaşıyor.
Archilochos’un dünyası rutubetli duvarına resimleriyle listelediği önemli insanlardan oluşuyor. Ülkenin cumhurbaşkanı, çalıştığı şirketin sahibi, eskiyenipresbiteryen kilisenin piskoposu gibi. Saflığı ve inançları sayesinde yarattığı dünyasında gerçeklerden uzak, görece mutlu bir hayat yaşıyor, Örneğin çalıştığı atom topları üreten fabrikanın patronu tapılası bir ilahtır onun gözünde. Çünkü o bir hayırseverdir.
Arnolph, ailesinin Yunanistan’dan göç ettiği ve kendisini de bir Yunan’lı kabul ettiği için sadece Yunanistan’lı bir kızla evlenmek istiyor.
“Yunanistan’ı sık sık düşündüğünü ekledi sözlerine, gene geri gelmek üzere dağılan, hafif, ak bir duman gibi yerleri yalayan sise baktı. Sonra eski, yarı yıkılmış tapınaklar, zeytinlikler arasından parlayan kızıl kayalar birer birer canlandı gözünde. Bu şehirde sık sık bir sürgün gibi duyuyordu kendini, tıpkı Babilonya’daki Yahudiler gibi, yaşamasının ancak, uzun süre önce bırakılmış o eski yurduna dönmekle anlam kazanacağını düşünüyordu.” (syf36)
Devamlı gittiği restoran sahibi Archilochos’a artık evlenmesi gerektiğini söyler ve gazeteye bir ilan verirler. Restoran sahibi kadın “dul olsun, ikinizden birinin tecrübeli olması lazım” diye tutturur. Ama Archilochos istemez. “Yunan’lı Bir Kız Aranıyor” ilanına çok geçmeden cevap gelir. Pahalı elbiseler içinde, güzel, genç bir kadın çıkar karşısına.
O gün, tanıştıkları o pazar günü Yunan’lı kadınla şehirde yürüyüşe çıkarlar. Listesindeki bütün o önemli adamlarla yolda bir bir karşılaşırlar. Ve bütün o önemli adamlar Archilochos’a şapkalarını çıkararak nazikçe selam verirler. Olacak iş değildir. Arnolph hayatının en mutlu gününü yaşar.
Ertesi gün yani o malum pazar gününün ardından sayman yardımcısı yardımcılığından müdürlüğe kadar yükselir. Ardından başına “iyi şeyler” gelmeye devam eder. Arnolph’un kafasındakilere göre anladığı dünya, inançları ve doğruları olmayacak şeylerin başına gelmesiyle onu doğrularken sonra birden bire Antik Yunan tapınakları gibi yıkılır.
Okurken şişman ve gözlüklü karakterlerin başına gelen alışılmış muamelelere canım sıkıldı. Restorandan her içeri girişinde, sobanın yanında ısınacak bir yer aranırken gözlüklerinin buğulanmasına içim acıdı, kardeşinin ondan sürekli para koparmaya çalışması, yeğenlerinin saygısızlığı ve Arnolph’un tükenmez sabrına duyduğum kızgınlık. Neyse sonra her şey değişti, daha sonra bir daha değişti. Eğlenceli ve samimi bir hikayeye dönüştü.
Eleştirmenler bir de “grotesk” demişler kitap için. Yani, bir araya gelmeyecek durumları şaşırtıcı bir biçimde birleştirdiği, temelde ciddi ama görünüşte gülünç ve abartılı bir güldürü olduğu için böyle söylemişler.
14.09.2018
UGAN Yelda