Boğulmamak İçin

 

img_1356

 

Yazar; George Orwell

Can Yayınları

Çeviren; Suat Ertüzün

I. Basım Ekim 2015

Boğulmamak için (coming up for air) 1939’da yayımlanmış. Hemen önce 1938’de Katalonya’ya selam. Arkasından da herkesin okumasa da bildiği 1945’de Hayvan Çiftliği ve 1949’da da 1984. Birbirlerinden bağımsız gibi görünse de her biri ardından gelenin habercisi çok iyi kitaplar.

Hikaye 1900’lerde başlayıp 1939’da bitiyor. Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemeye çalışan sigorta satıcısı George Bowling, 45 yaşında, evli ve çocukludur. George’a göre kendi hayatı da dahil olmak üzere dünya hızla karanlık bir deliğe doğru çekiliyor ama kimse bunu fark etmiyordu. Anılarında çocukluğunun geçtiği kasabaya, 1900’lü yıllara gider sık sık. Anne babasını, arkadaşlarını, ağabeyini, gölde balık tuttuğu günleri, ilk kız arkadaşını anlatır. Savaşa katıldığı güne kadar da kasabadan ayrılmaz.

George Bowling, 1. Dünya savaşı’ndan görece büyük bir şansla çıkmış ama aradan geçen onca yılda hiç bir şey Bowling’in hayatında da, dünya’da da daha iyiye gitmemiştir. ikinci sinin de kapıda olduğu bu günlerde Bowling çareyi ait olduğu yerin orası olduğuna inandığı Binfield’e doğru yola çıkmakta bulur. Ya da karısından ve patronundan gizlice oraya kaçmakta.

“Temelli mi yok oldu? Emin değilim. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, yaşaması güzel bir dünyaydı. Ait olduğum yer orası. Sizin de ait olduğunuz yer orası.” (syf41)

George şeytana uymaz arabayı Batı’ya çevirip Oxford yoluna çıkar. Aslında kafasında çok daha önce başlayan yola çıkmıştır artık.

Yirmi yıldır görmediğiniz toprakları tekrar görmek değişik bir tecrübe. Hatırladıklarınız çok ayrıntılı ama hep yanlıştır. Mesafelerin hiçbirini tutturamazsınız ve belli başlı noktalar yer değiştirmiş gibidir. Hep, şu tepe eskiden daha dik değil miydi? diye düşünürsünüz. Bir de aslında gayet doğru olmakla beraber sadece belli bir zamana ve mekana ait olan hatıralar vardır. Söz gelimi ıslak bir kış günü, bir çayırın köşesinde otların yemyeşil olduğunu, hatta neredeyse maviye çaldığını likenle kaplı çürük bir kapı sövesini ve çayırın ortasında durup size bakan bir ineği hatırlarsınız. Ve yirmi yıl sonra oraya gittiğinizde ineğin orada dikilip aynı ifadeyle size bakmadığına şaşırırsınız.” (syf193)

Geçmiş ve gelecek üstüne kara kara düşünen George’a göre karısı Hilda, iç işleri bakanı, Mussolini, Papa, Hitler, Stalin, İngiltere Merkez Bankası, politikacılar, faşistler, anti-faşistler, siyasiler, işçiler, işçi partililer, patronlar, profesörler,  Yahudiler, Troçkistler, proleter dayanışmacılar ve Scotland Yard….. topyekün delirmiş olmalıydı. Kimse Avrupa’nın Doğusundan gelen tehlikenin farkında değil miydi?

“Hitler mi? Şu Alman mı? Aziz dostum! Ben onun hakkında düşünmem bile.” (syf173)

“Dinle evlat dedim, fena halde yanılıyorsun. 1914’de biz de muhteşem bir şey yaptığımızı  düşünüyorduk. Ama alakası yoktu. Her şey kanlı bir karmaşadan ibaretti, o kadar. Yine savaş çıkarsa uzak durmaya bak. Vücudunu kurşunla niye doldurasın? Onu bir kıza sakla. Savaş deyince aklına kahramanlıklar ve şeref madalyaları geliyor ama öyle değil…” (syf169) 

Evliliğini, yaklaşan dünya savaşını, sistemi, içinde eriyip kaybolan insanları ve değişen herşeyi düşünür yolda.

“Siz de evliyseniz, “Neden böyle bir şey yaptım ki?” diye kendi kendinize sorduğunuz zamanlar olmuştur; ben de Hilda için aynı şeyi kim bilir kaç defa aklımdan geçirdim. Nitekim 15 yıl aradan sonra dönüp baktığımda yine soruyorum: “Hilda’yla neden evlendim?”  (syf 147)

“…O tipleri bilirsiniz. Fi tarihinden beri İşçi partilidirler. Davaya feda edilmiş hayatlar, iş verenlerinin kara listesinde yirmi yıl, varoşlara bir şeyler yapsınlar diye belediyenin kapısını aşındırmakla geçen bir on yıl daha. Sonra bir anda her şey değişiyor, eski işçi partisi muhabbetinin bir önemi kalmıyor. Dış politikaya kilitleniyorlar: Hitler, Stalin, bombalar, makinalı tüfekler, kauçuk coplar, Roma-Berlin mihveri, Halk cephesi, anti komünizm paktı,..” (syf163)

Aşağı Binfield’da neler oldu, orası da değişmiş miydi, eski kız arkadaşıyla karşılaştı mı, hiç tanıdık kalmış mıydı?

Kadınların zaman öldürmek için yaptıkları şu anlamsız sohbetlerden birine dalmış olarak kuğuran seslerini duyabiliyordum. ‘Evet, aynen öyle. Konu aynen bu. Onunla bizzat konuştum, dedim ki, “Ee başka ne bekliyorsun?” dedim. Sana da doğru gelmiyor, değil mi? Ama ne fayda, ha bir taşa laf anlatmaya çalışmışsın ha ona. Yazık!!’ Vesaire vesaire. Kadın neredeyse tamamen bana dönerek… İsa Mesih aşkına! Bu Elsie’ydi!” (syf223)

27/09/2018

Yelda UGAN

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.